Türkiye’ de Uygulanan Tasarım Hesaplarının Küresel Isınma Ve Değişen İklim Koşullarına Göre Sigorta Tekniği Bakımından İncelenmesi
Bu bildiride ülkemizde kullanılan/kullanılmış kar yükü hesaplamaları için standart olarak kabul edilen “ Türk Standardı (TS) 498 Yapı Elemanlarının Boyutlandırılmasında Alınacak Yüklerin Hesap Değerleri yönetmeliği irdelenmiş, yeterlilikleri üzerinde detaylı tespitler ve kabuller belirtilmiştir. Küresel ısınma etkileri ve yapı teknolojilerindeki değişiklikler nedeniyle güncelliğini yitirdiği anlaşılmıştır.
Ülkemizin doğusunda sadece binalarını dış etkilerden koruma amaçlı diye herhangi bir hesap yapılmadan inşa edilen ve genellikle taşıyıcı sistemi ahşap olan çatılar, her sene kar birikmelerinden dolayı çökmektedir. Bununla birlikte ülkemizin batı bölgesinde ise özellikle fabrikalarımızda kar yüklerinin yanlış hesaplanmasından dolayı her sene çatılarda bölgesel göçmeler gözlenmektedir. Bina çatılarının yanı sıra enerji nakil hatlarında, güneş enerji santrallerinde ve rüzgâr enerji santrallerinde de kar ağırlığına bağlı çeşitli hasarlar meydana gelmiş, oluşan bu hasarların çoğunun mühendislik / tasarım hataları sebebiyle gerçekleştiği tespit edilmiştir. Yağan kar etkisiyle meydana gelen doğrudan ve dolaylı zararlar, İş durması, kar kaybı ve sorumluluk hasarları v.s. düşünüldüğünde, hasar miktarının ne kadar ciddi boyutlara ulaştığını tahmin etmek çok da zor değildir.
Kış aylarına yaklaştığımız bu günlerde, kar yağışı ve buna bağlı etkilerin geçmiş dönemlere nazaran küresel ısınma ve iklim değişiklikleri etkileriyle artarak devam edeceği söylenebilir. Bu nedenle yoğun kar yağışı ve iklim değişikliği etkileri de gözetilerek gerekli önlemlerin şimdiden alınması ve risk analizlerinin yapılarak hasar frekansının kontrol altında tutulması sağlanmalıdır.
Bu bültende küresel ölçekte etkili olan küresel ısınma ve iklim değişikliği konularının ülkemiz üzerindeki etkileri, mühendislik hesaplama yöntemleri ve standartlarının uygunluğu / yeterliliği ve sigortacılık sektörü açısından olayların değerlendirilmesi var ise gerekli önlemlerin alınması hususunda detaylı tespitlerimize yer verilmiştir.
Küresel Isınma Nedir?
Atmosfer çeşitli gazlardan oluşur. Güneş ışınları atmosferi geçerek yeryüzünü ısıtır. Atmosferdeki CO2, CH4, N2O, O3 gibi gazlar güneşten yeryüzüne gelen ısının bir kısmını tutarak yeryüzünün belirli sıcaklık derecesinde kalmasını sağlar. Atmosferin ısıyı tutma özelliği sayesinde denizlerin, okyanusların donması önlenmiş olur. Atmosferin bu ısınma ve ısıyı tutma özelliğine sera etkisi denir.
On sekizinci yüzyılın son çeyreğinde başlayan Sanayi Devrimi ve özellikle sanayileşme ile nüfusun hızla arttığı 1950’li yıllardan itibaren insan aktivitesi ve sanayi sistemleri tarafından atmosfere çok miktarda bırakılan CO2, CH4, N2O gibi gazların aşırı sera etkisi oluşturması, yeryüzünde (atmosferin troposfer tabakasının yeryüzüne yakın bölümünde) sıcaklığın giderek artmasına neden olmaktadır. İnsanın yeryüzünde görüldüğü andan Sanayi Devrimi’ne kadarki süreçte de insan aktivitesi olmuştur. Ancak bunlar hiçbir zaman küresel ısınma dediğimiz olayı yaratacak boyutlara ulaşmamıştır. Yeryüzü sıcaklığının ve ikliminin ortaya çıkışında sera gazlarının etkisi yadsınamaz öneme sahiptir. Sera gazları, güneşten gelen ve yeryüzünden yansıyan ışınların bir kısmını tutarak, yeryüzünün insan ve diğer canlıların yaşayabileceği sıcaklık derecelerinde kalmasını sağlar. Bilhassa son 30 yıllık süreçte başta teknolojik gelişmelerin, aşırı yakıt tüketimi ve nüfus artışının da tetiklemesiyle atmosfere sera gazları salınımının artması, ozon tabakasının incelmesi gibi nedenlerle küresel ısınma olayının etkileri artarak devam etmektedir.
Küresel ısınma sadece dünyanın her bölgesinde sıcaklığın giderek artması olayı değildir. Küresel ısınma Dünyanın bir bölgesinde kavurucu sıcakların başlamasıyla orman yangınlarının hızla yayılması, çölleşmenin artması, hatta insan yaşamını bile tehlikeye sokacak düzeye ulaşması, diğer yandan aynı anda yeryüzünün bir başka bölgesinde aşırı yağışların etkisiyle her tarafın sularla kaplanması, sel felaketlerinin görülmesi, aşırı erozyon gibi doğa felaketlerinin yaşanması olayıdır.
Küresel ısınma, kutuplarda ve yüksek dağlarda birikmiş olan buzulların giderek erimesine neden olduğu için, denizlerin seviyelerinde buzulların erimesi oranında yükselme görüleceğinden Hollanda, Belçika, Danimarka, Almanya gibi ülkelerin deniz seviyesinde veya altındaki toprakları zamanla denizlerin istilasına uğrayarak, birçok doğal felaketlerin tetikleyicisi olabilecektir.
Küresel Isınmanın Yol Açtığı Doğal Etkiler
Özellikle son 30 yıllık süreçte, önceki iklim değişmelerinden çok farklı, birikimli ve birbirini etkileyerek tetikler nitelikte birçok doğa felaketine neden olan küresel ısınma olgusu ile ortaya çıkan olaylar zinciri meydana gelmektedir. Küresel ısınmanın giderek artmasına bağlı olarak sorunların devam edeceği, belirli bir kırılma noktasından sonra da geri dönüşü olmayan felaketler sonucu, insanın ve diğer canlıların geleceğinin bile tehlikeye düşeceği olasılığından söz edilmektedir.
Küresel ısınmanın neden olduğu olayların bazılarını sıralayacak olursak,
- Kutuplardaki ve yüksek dağlardaki buzullar küresel ısınmanın artmasına bağlı olarak erimeye devam etmektedir. Deniz seviyesi son 20 yılda 15-20 cm yükselmiştir.
- Ozon tabakası güneşten gelen ultraviyole ışınlarının çoğunu absorbe ederek bu ışınların zararlı etkilerinden canlıları korumaktadır. Atmosferin ozon tabakasının incelmesine neden olan ve insan aktiviteleri sonucu çok miktarda ortaya çıkan CFC gibi Halokarbon gazları, Ozon tabakasına göre daha fazla sera etkileri nedeniyle küresel ısınmayı artırmaktadır.
- Küresel ısınmanın iklim değişimlerine sebep olmasına bağlı olarak,
- Sel, heyelan, erozyon gibi doğa felaketlerinin artmasına neden olur. Öte yandan yavaş yağan yağmur bünyesine en çok CO2 gazını, hatta SO2 ve H2S gazlarını alıp yere düşerek atmosferdeki sera ve kirletici gazları temizlemektedir. Fakat hızlı ve aşırı yağışların atmosferdeki sera gazlarının azalmasına katkısı azdır.
- Yeryüzü ve atmosferin ısınması denizler ve okyanusların da ısınmasını sağlayarak buradaki canlı türlerinin sayısını azaltmakta, bünyesinde erimiş CO2’i atmosfere vererek küresel ısınmanın etkilerini artırmaktadır.
- Küresel ısınma, su havzalarının kapasitelerinin ve rezervlerinin azalmasına ve artan ihtiyaç sonucu çevre kirliliğinin artmasına sebep olacaktır. Çünkü su yaşam içindir. Sosyal yaşam suyun kullanılması ile de sıkı ilişki içindedir. Suyu içmek için bile bulamayan insanların, her gün yıkanması düşünülemeyeceğine göre, çevre kirliliği giderek artacaktır.
- Aşırı sıcaklık artışı nedeniyle dünyada çölleşme yaygınlaşacaktır.
- Orman yangınlarının artmasına, buralarda iklimin kuraklaşmasına dolayısıyla salgın hastalıkların yayılmasına neden olacaktır.
- Aşırı sıcak ve soğuk canlılarda kromozom sayısı ve yapısı mutasyonlarını artırarak canlıların kalıtsal yapılarının değişmesine yol açacaktır.
- Kutup Bölgelerindeki donmuş topraklar, küresel ısınma sonucu çözülmeye başlayarak binlerce yıl boyunca bünyelerinde bulunan sera gazlarını atmosfere bırakacaktır.
- Küresel ısınma, gece-gündüz sıcaklık farkını giderek azaltacaktır.
- Kasırga, hortum ve yıldırım gibi atmosfer felaketleri fazlalaşacaktır.
- Asit yağmurlarının ve birçok doğa felaketinin zincirleme oluşmasını tetikleyecektir.
- Aşırı ısınma göllerin, nehirlerin su kapasitelerini azaltacaktır.
Gibi hususlar sıralanabilir.
İnsan faaliyetlerinin, sanayi öncesi seviyelere göre küresel ısınmaya yaklaşık 1,0o C ölçeğinde etki ettiği tahmin edilmektedir. Küresel ısınma, şu anki oranda artmaya devam ettiği takdirde 2030 – 2052 arasında 1,5o C ye ulaşması beklenmektedir. (IPCC – 2018)
İklim Değişikliği ve Afetler Arasındaki İlişki
Son yıllarda değişim gösteren hava olayları, iklim değişikliği ve afetler arasındaki ilişki çok iyi anlaşılmıştır. Şekilde de görüldüğü gibi iklim değişikliği aşırı hava olaylarına, aşırı hava olayları da sosyo – ekonomik şartların elverişsiz olduğu yerlerde afetlere neden olmaktadır. Bu nedenle, iklim değişikliğine uyumlu çalışmalar aynı zamanda afet risklerini azaltmaya; afet risklerini azaltma çalışmaları da aynı zamanda iklim değişikliğine uyuma katkıda bulunabilmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı da iklim değişikliğine uyum ile afet risklerini azaltma çalışmalarının birlikte düşünülmesi gerekmektedir.
Dünya ölçeğinde 1991 – 2000 yılları arasında yaşanan doğal afetlerde hayatını kaybeden insanların ölüm nedenlerinin %90’ ı da kuvvetli meteorolojik ve hidrolojik olaylardan kaynaklanmaktadır. Avrupa’ da 1980 – 2007 yılları arasında görülen doğal afetlerin oluşum sayısı bakımından %90’ını hidro-meteorolojik afetler oluşturmaktadır.
Türkiye’deki Durum
Türkiye, tropikal fırtınalar ve aktif volkanlar hariç, dünya genelinde görülen 31 doğal afetin büyük bir kısmına açık bir ülkedir. Tüm dünyada olduğu gibi, büyük bir coğrafya ve farklı iklim bölgelerine sahip Türkiye’de de, başta kuraklık ve seller olmak üzere meteorolojik ve hidrolojik afetler oldukça sık meydana gelmekte ve ciddi can ve mal kayıplarına yol açmaktadır. 17 Ağustos ve 12 Kasım 1999 tarihlerinde 7.4 ve 7.2 büyüklüklerinde gerçekleşen büyük depremler dışında fırtına, sel, kuraklık gibi meteorolojik afetler çeşitli bölgelerde görülen doğal afetlerdir. Şekilde görüldüğü gibi ülkemizde de en sık görülen hidro-meteorolojik afetlerin sayıları dikkate alındığında fırtınalar ve sellerin baskın olduğu görülmektedir.
Küresel iklim değişikliği ve kentsel ısı adası oluşumu nedeniyle özellikle büyük kentlerde geceleri, sıcak aylardaki hava sıcaklıkları ve elektrik enerjisi tüketimi belirgin bir biçimde artmaktadır.
2019 yılı itibariyle ülkemizde kentsel ısı adaları özellikle büyük metropollerde yoğunlaşmıştır. Ekonomik gücün zayıflaması, ekonomik sebepler dolayısıyla köyden kente göçlerin artması, kentsel dönüşüm, çarpık kentleşme gibi etkenlerin öne çıkmasıyla kentsel ısı adası miktarı oldukça artmıştır. Bu durumun önüne geçilebilmesi için kırsal bölgelerde yaşam şartları ve ekonomik halin iyi duruma getirilmesi gerekmektedir. Kırsal alanda doğup – büyüyen bireylerin geçim açısından kendisine yetebilmesi, konforlu bir hayat sürebilmesi gerekmektedir. Bireylerin kendilerini geliştirerek bulundukları bölgeleri kalkındırması, göçü engelleyecek, kentlerdeki nüfus optimum seviyelere gelecek ve nihayetinde kentsel ısı adaları daha fazla artmayacaktır.
Günümüz konjonktüründe ekonomik sorunlar arttığından kentsel ısı adaları azalmayacak aksine artmaya devam edecektir.
Küresel ısınma, iklim değişiklikleri, çarpık kentleşme, büyük şehirlerde kontrolsüz popülasyon artışı, kentsel ısı adası gibi yukarıda detayları verilmiş nedenler, hasar haritasından en büyük payı alan sel / seylap hadiseleriyle sonuçlanmaktadır.
SEL / SEYLÂP:
Selin Tanımı ve Türleri
Türkiye’de depremlerin ardından en fazla ekonomik kayba neden olan afet, su baskınlarıdır. Su baskınları genel olarak iki farklı kavramla ifade edilir. Sel, ani ve şiddetli yağışların ardından oluşan, kontrolsüz bir akışa sahip ve tahrip gücü yüksek su hareketidir. Taşkın ise akarsuyun taşıdığı su miktarının çok arttığı dönemlerde, suyun akarsu yatağından taşıp çevre arazilerde göllenme durumu meydana getirmesi olayıdır. Sel afetinin diğer bir tanımı da;
Sel: Suların bulunduğu yerde yükselerek veya başka bir yerden gelip genellikle kuru olan yüzeyleri geçici olarak kaplamasına denir.
- Yavaş Gelişen Seller; bir hafta veya daha uzun bir süre içinde oluşabilir.
- Hızlı Gelişen Seller; bir-iki gün içinde oluşabilir.
- Ani Seller; 6 saat içinde oluşabilir. Ani seller, çöller dâhil dünyanın her yerinde görülür.
Türkiye’de zamanla ve yanlış bir şekilde tüm seller ”taşkın” olarak adlandırılmaya başlanmıştır. Ama her sel, bir taşkın değildir. Yani bir sel olabilmesi için mutlaka bir denizin, gölün ya da derenin veya akarsuyun taşması gerekmez. Bu nedenle, oluşum yerlerine göre seller literatürde;
- Dere ve Nehir Selleri-Taşkınlar
- Dağlık Alan-Kuru Vadi Selleri
- Şehir Selleri
- Kıyı Selleri
- Baraj Selleri olarak beşe ayrılır.
Sel, Türkiye’de en sık görülen afetlerden biridir. Her kentte ve bölgede meydana gelebilmektedir. Seller genellikle şu durumlarda oluşur:
- Şiddetli yağmurlarda,
- Dereler, çaylar ve nehirler taştığında,
- Denizler büyük dalgalar ile kıyıları su altında bıraktığında,
- Karlar çabuk eridiğinde,
- Barajlar ya da setler yıkıldığında.
Seli Tetikleyen Etkenler
Türkiye’de sellerin ve sel felaketlerinin meydana gelmesindeki başlıca nedenleri aşağıdaki şekilde doğal ve yapay olarak ikiye ayrılır.
Doğal Nedenler:
İklim (aşırı şiddetli ve sürekli yağışlar),
- Topografya,
- Jeolojik yapı (heyelanlar ve toprak kaymalarının akarsularda oluşturduğu setler),
- Nehrin memba kısmından çeşitli sebeplerle harekete gecen rüsubatın mansaba intikali,
- Dere yataklarında doğal olarak büyüyen ağaç ve çalıların yatak kapasitesini daraltması.
Yapay Nedenler:
- Yerleşim yerleri içerisinden gecen dere yataklarında yapılan yapılaşma ile dere kesitinin daraltılması,
- Dere ve sel yatağına fen ve sanat kaidelerine aykırı ve izinsiz menfez veya köprü yapımı,
- Dere ve sel yatağına tekniğine aykırı bent veya dolgu yapımı,
- Dere ve sel yatağına moloz, sanayi ve evsel atıkların atılması,
- Dere ve sel yatağına kanalizasyon şebekesi döşenmesi,
- Dere ve sel yatağının üstünün kapatılarak otopark, park, konut vb. yapılması,
- Tekniğine aykırı yol açma çalışmaları,
- Dere yataklarında kaçak kum ve çakıl alımı faaliyetleri,
- Dere ve sel yatakları ile sel tehlike bölgesinde plansız yapılaşma vb. olarak sıralanabilir.
Yapay nedenlerde ülkemiz için en önemli etki unsuru siyasal karar mekanizmalarının etkin oluşudur.
Yapay nedenlere bağlı Şehir Selleri ülkemizin birinci afeti olma yolundadır. Şehirleşme nedeniyle yağışlar, kırsal alana göre çok daha hızlı bir akışa geçebilmekte ve ani sellere neden olabilmektedir. Bu ve benzeri nedenlerden dolayı son yıllarda Türkiye’nin büyük şehirlerinde görülen seller, artan sıklığı, şiddeti ve etki süresinden dolayı depremin ardından en yıkıcı ikinci doğal afet olarak afet sıralamasında yerini almıştır.
Şehir selleri, meteorolojik ve hidrolojik olayların birleşiminden oluşur. Bu faktörler çok çeşitli olup taşkın azami seviyesiyle birlikte sel tehlikesini de artırırlar. Bu yüzden yapılaşmanın olduğu çevrelerde yaşanan seller, doğal faktörlerin olduğu kadar insan kaynaklı faktörlerin de sonucu olarak görülmelidir.
Farklı rastlantısal faktörlerin bir araya gelmesi sonucu oluşan şehir selleri dört kategoriye ayrılabilir:
- Lokal Seller
- Akarsu (Nehir – Dere) Selleri
- Kıyı Selleri
- Ani Seller
Şehir Selleri
Kentsel bölgelerdeki seller, yukarıdaki sel türlerinden biri ya da birkaçının birleşimi şeklinde meydana gelebilir. Şehir sellerini yönetebilmek için her birinin sebepleri ve etkilerinin anlaşılması gerekmektedir.
Yukarıda bahsi geçen küresel ısınma ve buna bağlı artış gösteren sel – su baskını hadiselerinin kontrol edilebilir seviyeye gelmesi açısından uygulayıcıların akademik dünya ile birlikte çalışmaları bir gereklilik değil mecburiyettir.
En büyük örnek Trabzon ilinde bulunan Uzungöl’ de 2001 yılından bugüne artan yapılaşma, turizm sektörünün yöreye etkisi, araç girişi nedeniyle artan karbondioksit salınımı gibi hususlar bölgeye zarar vermektedir. Bölge vadi şeklinde olduğundan hem heyelan hem de su yatağıdır. Bu durum bilinmesine rağmen maddi kar amacıyla yapılan faaliyetler bilimsel veriye dayandırılmadığından gelecekteki tehlikeler göz ardı edilmiştir.
KTÜ (Karadeniz Teknik Üniversitesi) eski öğretim üyesi Jeoloji Mühendisi Prof. Dr. Osman Bektaş’ ın incelemeleri ve araştırmaları akabinde yaptığı açıklamada;
“Uzungöl’ün jeolojik yapısını bilmek ve yeni yapılacak oluşumu da bu yapıya göre düzenlemek gerekir. Toplumda ‘Uzungöl orada ve sonsuza kadar kalacak’ algısı var. Böyle bir şey yok. Tüm göllerde olduğu gibi Uzungöl’ün de tıpkı bir insan gibi ömrü var. Göllerde doğar, gelişir ve ölür. Uzungöl şu anda yaşlanma döneminde. Nasıl bir insan kendine iyi bakarsa ömrü uzun olur, Uzungöl’e de biz ne kadar iyi bakarsak ömrü o kadar uzun olur. Uzungöl’ün ömrünü sınırlayan iki temel faktör var. Birincisi önümüzdeki 50 yıldaki küresel iklim değişikliğinin sonuçları olarak, yağışlarla birlikte göle gelen su miktarı. İkincisinde Uzungöl sürekli olarak derelerin getirdiği alüvyonlarla doluyor. DSİ bu alüvyonları önlemek için setler yaptı ama önlemler yetersiz. Eninde sonunda bu göl bir şekilde dolacak. Bu konuda biz toplum olarak bilinçlenmeliyiz. Böylece gölün ömrünü uzatabiliriz. Biz bilinçsiz bir şekilde gölü kirletiyoruz. Göle atıklar atıyoruz. Göle bir takım organik maddeler giriyor ve göldeki oksijen oranını azaltarak gölün ömrünü kısaltıyor.” İfadelerini kullanmıştır.
Sigorta Sektöründe Sel
Son yıllarda artan aşırı hava olaylarının can, mal, çevre, tabi ve doğal kaynaklar, iş ve hizmet sürekliliği için oluşturduğu risklerin önümüzdeki yıllarda çok daha fazla olabileceği konusunda büyük endişeler duyulmaktadır. Bu nedenle IPCC, 2012 yılında kısa adı SREX olan “ İklim Değişikliğine Uyumu Geliştirmek için Aşırı Olayların Riskini ve Afetleri Yönetmek” adlı özel bir rapor yayınlanmıştır. Bu raporda aşırı hava olayları üzerine yapılan çalışmalar genellikle 1950 yılından başlayan zaman serileri ve afet kayıtlarına dayalı olarak yapılmakta ve özellikle aşırı hava olaylarında 1979 yılından sonra görülen değişiklikler üzerinde durulmaktadır. Örneğin, şiddetli yağış olaylarının pek çok bölgede sellere yol açarak arttığı, tropikal fırtınalarda 1970’ lerden bu yana önemli artışlar olduğuna dair bulguların varlığına işaret edilmektedir. Özetle SREX raporunda, dünyanın pek çok yerinde 1950 yılından bu yana toplanan kayıtlara göre, aşırı hava olaylarının istatistiksel anlamda önemli miktarda arttığına dair somut kanıtlar sunulmaktadır. Son 30 yılda küresel ölçekte şiddetli hava olaylarının neden olduğu sigorta ödemelerinin 20 kat arttığı belirtilen rapor ile şiddetli hava olaylarının neden olduğu kayıpların beklenenden de hızlı büyüdüğü ortaya konulmuştur.
Sigorta sektörü açısından önem taşıyan sel afetine İnşaat ALL Risk ve yangın poliçelerinde yer verilmektedir.
Verdiği zarar bakımından inşaat evresindeki maddi kayıplar daha fazla olmaktadır. Yapımı henüz tamamlanmayan yapıların sudan etkilenmesi, bittiği haline kıyasla daha büyük tahribatlar yaratmaktadır.
ALL Risk poliçeleri özelinde, bir hadisenin “ sel – seylâp “ şeklinde nitelendirilebilmesi için bazı şartların sağlanması esastır.
- Saha ekspertizinde sel etkisinin göz ile tespit edilebilmesi,
- Arazi / lokasyon karakteristiği,
- Hasar tarihinde düşen yağış miktarının geçmiş yıllar yağış ortalaması verileri ile kıyaslanması,
- Proje öncesi hidrolik hesap yapılıp yapılmadığı, imalatların bu esaslara göre boyutlandırılıp / boyutlandırılmadığı,
- Altyapı sistemleri, su tahliye imalatları, drenaj yapılarının projesiyle uyumlu olup olmadığı, yapım işleri sıralamasındaki yeri
- Suyun akışını önleyecek engellerin riziko adresinde bulunup bulunmadığı,
En önemli 2 husus ise;
- Hadisenin ani – beklenmedik niteliğinin teşhis edilmesi.
- Poliçede mevcut ise Kloz 110 gereklerinin sağlanıp / sağlanmadığı,
İnşaat ALL Risk poliçelerinde sel ile ilgili MR 110 – Yağış, Sel ve Seylâp Riskleri İle İlgili Güvenlik Önlemlerine Ait Garanti Klozu yer almaktadır.
“Bu kloz ile poliçe şartlarında ve ekli zeyilnamelerde yer alan diğer hükümler aynen saklı kalmak şartıyla taraflar, sigortalı kıymetlerde, yağış, sel veya seylâp sonucunda meydana gelecek kayıp ve zararların ancak, söz konusu projenin çizimi ve gerçekleştirilmesi sırasında gerekli emniyet önlemlerinin alınmış olması ön koşuluyla teminata dâhil olacağını kararlaştırmışlardır.
Gerekli emniyet önlemlerinden kasıt, plan ve proje hazırlığı safhasında yapılan hesaplamalarda ve projenin uygulanması sırasında, sigortalı inşaat alanıyla ilgili olarak ve tüm sigorta süresini kapsamak üzere, 50 yıllık bir dönüşüm süresini dikkate alacak şekilde meteorolojik verilerden ve istatistiklerden yararlanılmış olmasıdır.
İnşaat sahası içinde bulunan (ister kurumuş olsun, ister sutaşısın) su yol ve yataklarındaki kum, ağaç gibi suyun akışını önleyecek engellerin, Sigortalı tarafından hemen giderilmemesi sonucu meydana gelecek kayıp ve zararlar tazmin edilmeyecektir.”
Dönüşüm süresi işin niteliğine göre farklılık göstermekle birlikte süre dikkate alınarak hidrolik hesaplamaların yapılmasında aşağıdaki yöntem kullanılmaktadır.
Q = Hacimsel Akış Hızı = Debi: Bir akışkanın aktığı izleğin herhangi bir kesitinden birim zamanda geçen akışkan hacmidir. Bir akarsuyun aktardığı su miktarını, bir boru sisteminin çeşitli noktalarında aktarılan akışkan miktarını belirlemede kullanılır
T.C. Tarım ve Orman Bakanlığı Meteoroloji Genel Müdürlüğü Web sitesinde “Maksimum Yağışlar Şiddet ve Tekerrür Analizleri” başlığı altında;
“Günümüzde can ve mal kayıplarına neden olan sel ve taşkınların kontrolü, her çeşit su yapısı (baraj, gölet, sulama ve drenaj kanalları, kanalizasyon vb.) tasarımında, taşkın kontrol işlerinin planlama ve projelendirilmesi, mevcut kaynakların optimal kullanımı göz önünde bulundurularak yapılmaktadır. Bu durum yağış değerlerinin güvenilir biçimde toplanması ve geleceğe yönelik doğru biçimde tahmin edilmesi gereğini ortaya çıkarmaktadır.
Türkiye Maksimum Yağışları ve Tekerrür Analizlerinde en az 10 yıl güvenilir gözlemi olan plüviyograflı (yazıcı yağışölçer) istasyonlarımızın yağış verileri kullanılmaktadır. Yıllık olarak standart zamanlardaki (5, 10, 15, 30 dk, 1, 2, 3, 4, 5, 6, 8, 12, 18 ve 24 saat) maksimum yağış değerleri tespit edilir. Yağış-Şiddet-Süre Tekerrür analizleri yapılarak 2, 5, 10, 25, 50 ve 100 yıllık tekerrür periyotlarında olması muhtemel yağış miktarı hesaplanır.” bilgilerine yer verilmiştir.
Bu açıklama özellikle tüm inşaat projelerinin vazgeçilmez ana unsurlarından biridir. Sigorta literatüründe “Q” olarak tanımlı kloz ve özel şartları değerlendirmek üzere hazırlanan bültenin tamamını esas almak olanaklıdır.
Projelerde Hidrolik Hesap Raporu
Ülkemizde projelerin özelliklerine göre (bulunduğu bölge – lokasyon, inşai imalat türleri, altyapı, drenaj tipleri vs.) verilerin toplanmasın ardından genel olarak rasyonel metot kullanılarak Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nce hazırlanan rizikonun bulunduğu ile ait yağış – şiddet – süre – tekerrür eğrisi kullanılır.
Daha sonra tercihe göre en fazla 100 yıllık (n=100) tekerrür dikkate alınarak hidrolik hesaplar yapılır.
Projeye ait minimum akış hızı, hesap sonucunda %99 dolu maksimum akış hızı, boru cinsi gibi kriterler hesaplamaya dâhil edilir.
Yağış şiddet süre tekerrür eğrisinden faydalanılarak bulunan 100 yılda bir tekerrür eden yağış verileri saptanır. (T = Emniyetli yağış süresi)
Hesaplar sonucunda;
- Yağış süresi
- Yağış (i) (mm/h)
- Yağış şiddeti (l) (lt/sn/ha) gibi faktörler belirlenir.
Buradaki önemli husus projenin yapılacağı bölgede, “Standart zamanlarda gözlenen en büyük yağış değerleri (mm)” nin saatlik bazdaki dönüşüm süresinde görülen en büyük yağışın belirlenmesidir.
En büyük yağış belirlendikten sonra, hidrolik hesap raporundaki “YAĞIŞ (i) (mm/h)” verisinin dönüşüm süresindeki yağış miktarından fazla olması ve emniyetli tarafta kalması gerekir.
DSİ projesi olsun olmasın KGM veya diğer idarelerin büyük alanları kaplayan projelerinde hidrolik hesap raporunun proje öncesi temini hayati önem taşımaktadır.
Sorumluluk ve Çözüm
Metropol kentlerde inşai imalatlar yapılırken genelde il Büyükşehir Belediyeleri’ nin sorumlu olduğu altyapı hatlarına güvenilmekte ve proje öncesi büyük çapta araştırma yapılmamaktadır. Büyük çapta gelişen yağışlar sırasında giderek büyüyen su kütlesinin engellere takılması, akar yolunu bulmakta zorlanması sebebiyle “engeller” yani yapılar büyük hasar görmektedir. Altyapı yetersizlikleri yıllar boyunca çözülememiş, altyapı hatları güçlendirilemeden nüfus sürekli artmış ve bununla birlikte inşaat sektörü temelsiz biçimde ilerlemiştir.
Sel / seylâp hasar türünde tarafımızca incelemesi yapılan geçmiş dönem tecrübelerimiz ışığında;
Kırsal kesimde, DSİ, KGM vb. gibi idarelerin kontrolündeki işlerde işin doğası gereği arazi lokasyonundan hareketle, suyun önünde herhangi bir engel (AVM, rezidans, konut, işyeri, araç vb.) bulunmadığından, hasar miktarı büyük şehirlere kıyasla daha düşük seviyelerde tespit edilmektedir.
Büyük şehirlerde yıllardır süregelen konu altyapı yetersizliği, belediye personeli değişse bile engellenememektedir. Şehirler kurulurken ilk aşamada şehrin çıkabileceği maksimum nüfus, maksimum oturum alanı gibi etkenler ön görülüp bu amaç doğrultusunda tüm şehri kapsayacak şekilde altyapı projesi hazırlanmalı ve ilçe belediyelerin de dâhil olmasıyla eş zamanlı ilerletilmelidir. Ne yazık ki büyük şehirlerimizde nüfus istikrarlı şekilde arttığından ve çalışma alanı kısıtlandığından altyapı sorunları kalıcı biçimde çözülememektedir. Temel sorunun siyasal kararlar oluşu açık ve belirgin iken akademik dünya ve bilimden uzak her türlü faaliyetin ilk risk ortamında veya dar boğazda en önemli sorunu ortaya çıkardığı bilinen bir gerçektir. Bu gün tüm haber kanallarında sıklıkla karşılaştığımız afet ve benzer sorunların hemen hemen hiç biri doğal afet denilemez özellikler bulundurur. Dolaysıyla konunun uzmanı olan her kişi kök sebep ve gerçek nedenin ülkemiz için ne olduğunu dile getirebilir. Evrensel uygulamalardan uzak olan bir husus “ yaşanan hiç bir olaydan ders çıkarılamamasıdır.”
Büyük şehirlerde yukarıda bahsi geçen düzensiz yapılaşma, riskleri de beraberinde getirmektedir. Risk unsuru sürekli artış trendinde olduğundan riski sigortalamak daha imkânsız hale gelmektedir. Ülkemizde an itibariyle liyakat ortamı sağlanamaması, halk ihtiyaçlarının, rant ile para haline dönüşmesi gibi vahim sebepler de bu ön görümüzün gerçekleşmesinin çokta uzak olmadığının habercisidir.
Ülke olarak önce eksiklikler kabul edilmeli, sorunlar masaya yatırılmalı daha sonra sonuç odaklı çözümler geliştirilmelidir. Sonuç odaklı çözümden bahis; bilimden olabildiğince yararlanılmasıdır.
Şu ana kadar akademik personel, mesleğinde yetkin uzmanlar ile fikir birliğine varılmamış, yıllardır süregelen şekilde çarpık sistem devam etmiştir. Göstermelik ve günü geçiştiren geçici çözümler henüz kalıcı bir etki yaratacak düzeye ulaşmadığı gibi her yeni yapılan bir öncekine ek ve sonrası için felaket olmuştur.
Bu durum karşısında zaman kaybı yaşamadan tamamen ve sadece bilim ışığında, AR-GE faaliyetlerine yatırım yapılmalıdır. Aksi takdirde kontrolsüz büyüyen ülkemizi daha zorlu şartlar beklemektedir.
YÖNETMELİKLERDE BULUNAN KAR VE RÜZGÂR YÜKÜ HESAPLAMALARI / KARŞILAŞTIRMALARI
2016 yılının sonlarından itibaren ülke genelinde etkili olan yoğun kar yağışı, önemli boyutlarda hasara neden olmuştur. Aralık ayından Şubat ayına kadar, başta Marmara, Karadeniz, Akdeniz, Güneydoğu ve İç Anadolu bölgeleri olmak üzere her yerde çok sayıda kar ağırlığı hasarı meydana gelmiştir. İzmir de bile kar ağırlığı dosyaları açılmıştır…
Biriken kar kütlesi genellikle yüzey alanı fazla olan endüstriyel tesis çatılarının çökmesine neden olmuştur. Kar ağırlığına dayanamayan pazar yerleri, stadyumlar, apartman çatıları hasar görmüştür. Özellikle toplu kullanım alanlarında meydana gelen hadiseler ciddi düzeyde maddi zararın yanı sıra, can kayıplarının da yaşanmasına neden olmuştur. Peki, kar yağışı sonrası hasar gören her binada, çatıda, yapıda kök neden ön görülemeyen yoğunlukta kar yağışları mıdır? İzmir’de meydana gelen hasarlar yoğun kar yağışına bağlı olarak mı gerçekleşti?
Bina çatılarının yanı sıra enerji nakil hatlarında, güneş enerji santrallerinde ve rüzgâr enerji santrallerinde de kar ağırlığına bağlı çeşitli hasarlar meydana gelmiş, oluşan bu hasarların çoğunun mühendislik / tasarım hataları sebebiyle gerçekleştiği tespit edilmiştir. Yağan kar etkisiyle meydana gelen doğrudan ve dolaylı zararlar, İş durması, kar kaybı ve sorumluluk hasarları v.s. düşünüldüğünde, hasar miktarının ne kadar ciddi boyutlara ulaştığını tahmin etmek çok da zor değil… Bu durum, Risk Analizinin önemini bir kez daha göstermiştir. Doğru risk analizi, doğru sigortalı, doğru riziko, doğru poliçe,…, az zarar, gerçek hasar…
Son dönemde incelenen hasarlar, mevcut bazı eksiklikleri de net olarak ortaya koymuştur. Bunların başında, kar yükü hesaplamaları için standart olarak kabul edilen “ Türk Standardı (TS) 498 Yapı Elemanlarının Boyutlandırılmasında Alınacak Yüklerin Hesap Değerleri “ yönetmeliğine uyulmaması ve ilgili standardın yetersiz kalması yer almaktadır. 1997 yılında yayımlanan bu değerli dokümanın, küresel ısınma etkileri ve yapı teknolojilerindeki değişiklikler nedeniyle güncelliğini yitirdiği anlaşılmıştır. Buna ilişkin olarak tespit edilen diğer önemli husus TS 498 standartlarının dahi sağlanamamış olması, statik hesap raporları ile projelerin tasarım hataları ile dolu olmasıdır. Hatalı tasarımlar, yoğun kar yağışları ve acil müdahale yöntemlerinin hazır olmaması birleştiğinde, ortaya bu yıkımlar çıkmaktadır.
Kar ağırlığı hasarlarında önemli diğer bir konu ise, meydana gelen kar yağışlarının ve kar yoğunluklarının bölgesel olarak farklı karakteristikte olması sebebiyle etki ve şiddetlerinin de farklı olmasıdır. Trabzon’ da gerçekleşen kar ağırlığı hasarları ile Konya’ da gerçekleşen kar ağırlığı hasarlarının karakteristikleri farklılık göstermektedir. Bölgesel olarak kar yükü ile birlikte, yapılar üzerine etkili olan rüzgâr yükleri, yapı tasarımları vb. gibi hususlar söz konusu farklılıkları doğurmaktadır. Sahil bölgelerinde kar hızla erir iken iç kısımlarda günlerce bekleyebilmektedir.
Kış aylarına yaklaştığımız bu günlerde, konuya dikkat çekebilmek ve karşılaşılacak problemleri önceden bildirerek önlemlerin alınmasını sağlamak amacıyla bültenimizin bu bölümünde kar ağırlığı ve rüzgâr yükü tasarım hesaplarının incelenmesi, diğer ülkelerde kullanılan standartlar ile karşılaştırılması ve mevcut tasarım hesaplarının, küresel ısınma etkilerinin sigortacılıkta yaratacağı etkiler inceleme konusu yapılmıştır.
YÖNETMELİKLERDE BULUNAN KAR YÜKÜ HESAPLAMALARI
Türk Standartları
Türk Standartları başlığı altında TS 7046 ve TS 498-1997 yönetmelikleri hakkında bilgi verilmiştir.
TS-7046
Bu standart; 1989 yılında uygulamaya konulup, 2004 yılında Eurocode-1-3‟ün Türkçe‟ye çevrilerek yürürlüğe girmesiyle tedavülden kaldırılmıştır. Bu standart, kar yüküne ait meteorolojik veriler elde edilmesi durumunda kar yükünün tespiti yöntemlerini anlatır. Kar yükünün dağılımının ve yoğunluğunun; iklim, topografya, bina şekli, çatı termal malzemesi ve zamanın fonksiyonu olarak değiştiğini belirtir. Ayrıca bu verilerin eksikliği durumunda ihtimal teorisi ile kar yükünün tespit edilmesinin mümkün olmadığını belirtir.
TS 498-1997
Kar yükünün nasıl hesaplanacağı TS 498-1997’de belirtilmiştir. Çatı eğimini de dikkate alan Pk kar yükü bu standartta gösterilen şartlara göre hesaplanır. Standartta verilen değerler minimum değerlerdir. Mühendis yapının yerine, çatı tipine veya yapının önemine göre standartta verilen minimum yükü attırmak zorundadır.
Kar Haritası ve Kar Bölgeleri
Türkiye dört kar bölgesine ayrılmıştır. I. Bölge en az, IV. bölge en çok kar yağan bölgedir. Yönetmelikte kar bölgesi haritası ve ayrıca her il ve ilçenin kar bölge numarasını içeren çizelge vardır.
Kar Yükünün TS 498-1997 ile Hesaplanması
Hiç kar yağmayan bölgelerde veya çatı altı sıcaklığı sürekli 120 0C derecenin üstünde olan çatılarda Pk0 = 0 alınabilir. 00≤ α≤900 geçerlidir. α≤300 durumunda m=1, α≥700 durumunda m=0 alınır.
m değeri α açısına bağlı olarak aşağıdaki çizelgeden alınır
Bu açıklamaların dışında kalacak özellikli bölgeler için o yerdeki kar yağma süresi ve yüksekliğe bağlı olarak çizelgede verilen değerler, varsa meteorolojik ölçmelerden de faydalanarak artırılmalıdır.
TS 498-1997 Kar Yüklerinin Yeterliliğinin İncelenmesi:
Eskişehir Osmangazi Üniversitesi, Mühendislik Mimarlık Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü’ nden Sn. Ahmet Topçu Kar Yükü ve Çöken Çatılar isimli çalışmasında TS 498-1997’ ye göre kar yüklerinin yeterliliğini incelemiştir. Doğu Karadeniz il ve ilçelerinin zemin kar yüklerinin belirlenmesi ile ilgili bir çalışmada hesaplanan kar yükü değerleri TS 498-1997 değerleri ile karşılaştırılmıştır. Bu çalışmadan alınan aşağıdaki grafikte Pko TS 498-1997 çizelge değerlerini, SL50 aynı yöre için çalışmada hesaplanan değerleri göstermektedir. Görüldüğü gibi, ilçelerin hemen tümünde, TS 498-1997 değerleri SL50 değerlerinin oldukça altındadır. Araştırmacılara göre, “Bunun nedeni olarak, TS 498’in önerdiği zemin kar yükü haritasının yeterince gerçekçi olmaması gösterilebilir.”
TS 498 ilk kez 1987 yılında yürürlüğe girmiştir. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü veri bankasında 1968 den günümüze kadar kar ölçümleri olduğuna göre, TS 498-1987 hazırlanırken o yıllarda yeterli veri yoktur. Adı geçen çalışma ile TS 498-1997 arasındaki farkın bundan kaynaklandığı düşünülmektedir.
TS 498-1997 de ayrıca şu ifade yer almaktadır: “… çizelgede verilen değerler, varsa meteorolojik ölçmelerden de faydalanarak artırılmalıdır”. Yönetmelik bu ifade ile proje mühendisinden güncel ölçümleri dikkate almasını istemekte, ancak “meteorolojik ölçmelerden” nasıl faydalanacağının ipucunu vermemektedir.
TS 498-1997 yönetmeliğinin kar yükü ile ilgili kısmı Alman DIN 1055-1971 yönetmeliğinden alınmış olmakla birlikte, DIN 1055 de verilmiş ipucu yansıtılmamıştır. DIN 1055’e göre kar yükü basitçe,
Pk0 = 3.2 dzmax bağıntısından belirlenebilir.
Burada dzmax n (örneğin n=30) yıllık maksimum kar kalınlıklarının ortalamasıdır ve yapının inşa edileceği yere en yakın ölçüm istasyonundan alınacaktır. dzmax metre, Pko kN/m2 birimindedir. Çatı kar yükü hesap değeri çatı eğimi de dikkate alınarak (2.1) bağıntılarından hesaplanır.
Alman DIN 1055 yönetmeliğindeki açıklamadan alınan Pk0 = 3.2 dzmax bağıntısı Gumbel tip I dağılımı, % 5 olasılık ve %45 varyasyon katsayısını içerir. Ayrıca, bu bağıntıda çatıdaki kar kalınlığının zemindeki kar kalınlığına oranı dç/dz=0.8, kar birim hacim ağırlığı 2.15 kN/m3 varsayılmıştır. dç/dz=1.0 alınması ve Pk0 = 4 dzmax bağıntısının kullanılması önerilecektir. Ancak, bu bağıntıdan bulunan Pk0 değerinin TS498-1997 çizelgede verilenden küçük olması durumunda çizelge değerinin kullanılması gerekir.
YÖNETMELİKLERDE BULUNAN KAR YÜKÜ HESAPLAMALARI ve KARŞILAŞTIRILMASI
EN-1991-1-3 EuroCode Kar Yükleri
Avrupa Birliği, sınırları içerisinde bulunan ülkelerin birbirine yakın şartlarda yaşamalarını sağlamak amacıyla çalışmalar yapmaktadır. Bu çalışmalar kapsamında yapı tasarımı ve uygulamaları içinde bir standartlar serisi oluşturmuştur. Bu standartlar serisi, çelik yapıların tasarımı için de oldukça geniş ve detaylı bir kaynaktır. Bu detaylara ek olarak Avrupa ülkeleri için özel olarak deprem, kar, rüzgâr ve diğer meteorolojik verileri belirten haritalar oluşturulmuş ve standartların eklerinde kullanıcılara sunulmuştur. Emniyet katsayıları ülkeler için farklı değerler göstermektedir, ancak projelendirme sürecinde ortak standartlarda belirtilen kurallar kullanılmaktadır. Tez kapsamında Eurocode-1991-1-3 Kar Yükleri incelenmiştir.
Genel terimler
Karakteristik zemin kar yükü değeri; yıllık aşılma ihtimali %2 olan, istisnai kar yüklerini kapsamayan zemin üzerindeki kar yüküdür. Mahal rakımı; yapımı düşünülen veya zaten mevcut olan bir yapının bulunduğu alanın deniz seviyesinden ortalama yüksekliğidir. İstisnai zemin kar yükü; nadir görülen şiddetli kar yağışıyla oluşmuş, zemin üzerindeki kar tabakasının meydana getirdiği yüktür.
Coğrafi bölgeye bağlı olarak kaza eseri meydana gelmiş etkiler olarak da düşünülebilir. Karakteristik çatı kar yükü değeri; zemin kar yükünün karakteristik değerinin uygun katsayılarla çarpılmış halidir. Bu katsayıların, çatı kar yükünün zemin kar yükünü aşmayacak şekilde seçilmesi gerekmektedir. Birikmiş ve birikmemiş kar yükü olarak iki çeşit kar yükü bulunmaktadır. Birikmemiş çatı kar yükü, diğer iklim etkileri nedeniyle çatı üzerindeki kar kütlesinin yeniden dağılması öncesinde çatının şekilsel özelliklerine göre tanımlanan simetrik yüktür. Birikmiş çatı kar yükü ise rüzgâr etkilerinden dolayı kar kütlesinin tamamen veya bir bölümünün taşınması ile oluşan asimetrik yük tanımıdır. Çatı kar yükü şekil katsayısı; harici etkiler oluşmadan, çatı kar yükünün birikmemiş zemin kar yüküne oranıdır. Isı katsayısı; kar erimesine sebep olan çatıdaki ısı akımının bir fonksiyonu olarak ifade edilen ve çatı kar yükünün azaltılması için kullanılan bir katsayıdır. 20 Maruz kalma (etkime) katsayısı; ısıtılmayan binalardaki çatı kar yükünün azaltılması veya çoğaltılması ile alakalı, karakteristik zemin kar yüküne bağlı katsayıdır. İstisnai çatı kar yükü; çatıda başka bir yerden düşme gibi sonucu nadir olarak oluşan kar tabakasının meydana getirdiği yük olarak tanımlanan yük düzenlemesidir. Görüldüğü gibi Avrupa Standardı‟nda farklı kar durumları için bu durumlara uygun tanımlar bulunmaktadır.
Yönetmelik Kapsamında Çatı Kar Yükü Özellikleri
Yük tasarımında, kar kütlesinin çatılar üzerinde farklı biçimlerde toplanabileceği ihtimalleri göz önünde bulundurulmalıdır. Kar kütlesinin farklı biçimlerde toplanmasına neden olan çatı özellikleri şöyle sıralanmıştır;
Çatı şekli,
Isıl özellikler,
Yüzey pürüzlülüğü,
Çatı altında oluşan ısı miktarı,
Komşu binaların yakınlığı,
Çevre arazi yapısı,
Lokal meteorolojik iklim özellikleri, özellikle rüzgâr, sıcaklık değişkenliği, yağış (yağmur veya kar olarak) ihtimali.
Eurocode‟ a göre P “çatı kar yükü” 3 durumda belirtilmelidir:
1) Sürekli/Geçici tasarım durumları için, s=μi Ce Ct sk
2) İstisnai kar yükleri için, s = μi Ce Ct sAd
3) İstisnai kar birikmelerinin kaza eseri meydana gelmiş olan etkiler oluşturduğu kabul edilerek özel katsayıların uygulandığı durum, s = μi sk
TS 498‟de olduğu gibi Eurocode‟ da da yükün düşey olarak etkidiği ve etki alanı olarak çatının yataydaki izdüşüm alanı kabul edilmektedir. Ayrıca bu yönetmelik dâhilinde kar kütlesinin üzerine yağmur yağması veya karın bir kaç kez eriyip yeniden donması ihtimali olan bölgelerde, özellikle çatı drenaj sisteminin kar veya buz ile tıkanabileceği durumlarda çatı kar yükünün arttırılması gerektiği belirtilmektedir. Maruz kalma katsayısı Ce çatı kar yükünün belirlenmesinde kullanılmalıdır. Ce değerini seçerken bölgede daha ileride olabilecek değişimler göz önünde bulundurulmalıdır. Farklı topoğrafik bölgeler için özel değerler ifade edilmedikçe Ce değeri 1,0 alınmalıdır. çizelgede farklı topoğrafik alanlar için tavsiye edilen Ce değerleri gösterilmektedir.
Yönetmelik Kapsamında Çatı Şekil Katsayıları
Katsayılar bu standartta belirtilmiş bütün çatı tiplerinde, birikmiş veya birikmemiş kar yükü düzenlemeleri için verilmiştir. Kar yükünün artmasına neden olacak biçimde, doğrusal eğime sahip normal çatılara kıyasla daha fazla önem arz eden dış geometriye sahip çatılarda kullanılacak kar yükü şekil katsayılarına özel önem verilmesi gerektiği yönetmelikte belirtilmektedir.
Ayrıca ilgili yönetmelikte Tek Eğimli Çatılar, Çift Eğimli Çatılar, Çok Eğimli Çatılar (Şed), Silindirik Çatılar, Daha Yüksek Bir Yapıya Bitişik Veya Yakın Olan Çatılar olmak üzere 5 farklı çatı tipine ilişkin farklı ampirik formüller ile hesaplama yöntemi belirtilmektedir.
ASCE 07-10 Bölüm-7 Kar Yükleri
ASCE 07-10‟a göre kar yüklerinin tanımı da TS-498‟e göre çok farklıdır. Avrupa standardı‟nda olduğu gibi Amerikan Standardı‟nda da çatının şekline, termal durumuna, eğimine, binanın önemine göre yük durumları değişkenlik göstermektedir.
Zemin kar yükü diğer yönetmeliklerde tanımlandığı gibi meteorolojik değerlere ve belirli istatistikî hesaplamalara göre bir bölgede oluşan minimum kar yüküdür ve Pg olarak gösterilmektedir.
Düz çatılar için kar yükü;
Pf , lb/ft2 (1 lb/ft2 = 4.882 kg/m2 ) cinsinden hesaplanmaktadır.
Bu hesaplama yapılırken aşağıdaki formül kullanılmaktadır:
Pf= 0.7. Ce . Ct . Is . Pg şeklinde hesaplanmaktadır. Bu formülde bulunan;
Ce; etkime yükünü,
Ct; ısı faktörünü,
Is; bina önem katsayısını belirtmektedir.
Bu değerler yönetmelik dâhilinde bulunan belirli tablolardan elde edilebilir Yönetmelik dâhilinde minimum kar yükü tanımı bulunmaktadır. Bu tanım eğimi 15 dereceden düşük tek eğimli, kırma ve çift eğimli çatılar için ve eğimi 10 dereceden düşük silindirik çatılar için kullanılır.
Bu şartı sağlayan çatılar için formül şöyledir;
Pm= Is . Pg
Bu değer ayrı bir uniform yük değeridir; birikmiş, birikmemiş veya istisnai kar yükleri ile birlikte düşünülmesine gerek yoktur.
Yönetmelik Dâhilinde Eğimli Çatı Kar Yükleri
ASCE 07‟ye göre eğimli çatı kar yükü tanımı Ps; eğimli çatı faktörü Cs ile Pf düz çatı kar yükünün çarpımıdır. Bu yönetmelikte de diğer yönetmelikler de olduğu gibi kar yükü çatının yatay izdüşümüne etkidiği düşünülür:
Ps= Cs . Pf
Ayrıca çatının termal faktörüne göre soğuk çatı eğim faktörü veya sıcak çatı eğim faktörü de değerlendirilmelidir.
Eğimi 700 yi aşan çatılar için Cs= 0’dır.
Şed çatılarda da Cs= 1‟dir, yani eğimden dolayı herhangi bir azaltma olmaz.
Ps değeri dengeli yük olarak tanımlanan, Eurocode‟da birikmemiş yük durumuna denk gelen yük sınıfına denk gelmektedir.
Yarım yükleme ile alakalı da yönetmelikte 3 durum ile ilgili bilgi verilmektedir.
Eğer bu durumlarda ek olarak bir konsol bulunuyorsa bu da bir açıklık olarak değerlendirilmelidir ayrıca yarım yük hükümleri 2.38o veya daha eğimli çatılarda uygulanmaz.
NBCC 2010 Kanada Yönetmeliği – Kar Yükleri Hakkında Genel Bilgiler
Kanada çok soğuk ve yağışlı kışların yaşandığı bir ülkedir. Kanada‟nın bir çok bölgesinde dizayn kar yükünün çatıların yapısal analizinde en önemli faktör olduğu ve maliyeti çok etkilediği bazı kaynaklarda belirtilmektedir.
Kanada yönetmeliğinde kar yükü şu formülle bulunmaktadır:
S= Is[Ss(Cb Cw Cs Ca)+Sr]
Is= Bina önem katsayısı; Kanada, 1998 yılında yaşadığı buz fırtınası sonrasında kar yükü hesaplamalarına da bina önem katsayısı çarpanı eklenmesi gerektiğine karar vermiştir. Kamu ve okul binalarının felaket durumlarında sığınma merkezleri olarak kullanılmasından dolayı, önem katsayıları diğer binalara göre yüksektir
Ss; Zemin kar yükü değeridir. 50 yıllık istatistiklere göre hazırlanır. Cb; Kanada yönetmeliğinde bulunan temel kar yükü çarpanıdır. Rüzgârın çatıda bulunan kar tabakasını uzaklaştırma ihtimalinden ve ısınan evlerin çatılarının zeminden daha sıcak olmasından dolayı 0,8 değerini almaktadır. Ayrıca çok geniş çatılar da rüzgârın kar tabakasını azaltma oranının daha az olduğu çalışmalarla belirtilmiş ve bu konuda bir formülasyon oluşturulmuştur. Bu formülasyona göre çatı genişledikçe Ss değeri 1,0 a yaklaşmaktadır. Bu yaklaşım sadece Kanada yönetmeliğinde bulunan bir yaklaşımdır.
Cb= 1.0 – (30/lc) 2 (lc> 70m)
Lc=Karakteristik uzunluk = 2w – w 2 /L
w: Kısa yönde uzunluk, L:Uzun yönde uzunluk
Cw= Rüzgar faktörüdür. Yapının çevresi tamamen açık değilse 1.0‟den daha düşük değer alamaz; ayrıca afet sonrası kullanılacak binalarda 1.0‟den daha düşük değer alamaz.
Cs= Eğim faktörüdür. 15 dereceden daha düşük eğimli çatılarda değeri 1.0‟dır. Bu derecenin üstündeki değerlerde eğimin kaymaya neden olup olmamasına göre değişiklikler göstermektedir. 60 derecede eğim faktörü sıfırdır, 70 derecede ise çatıda karın birikebileceği düşünülmez.
Ca=Birikme faktörüdür.
Sr=Bu faktör sadece Kanada yönetmeliğinde bulunan bir faktördür. Yağmurun yağma dönemi ve yağma yoğunluğuna göre kar yüküne değişik etkileri bulunduğuna dair çalışmalar bulunmaktadır.
Kanada yönetmeliğini diğer yönetmeliklerle karşılaştıracak olursak;
Birikme faktörünün formülasyonun direkt içinde olduğunu görmekteyiz
Yağmur etkisinin de önemli olduğunu, yağmurun yavaş veya hızlı yağmasının kar yükü değerlerini değiştirdiğini görmekteyiz.
Kanada yönetmeliği ile ilgili bilgiler, ülkelerin coğrafi konumlarının meteorolojik yüklere bakış açılarına ne kadar etkili olduğunu göstermektedir. Bu tez kapsamında sadece genel bilgiler verilmiştir, ancak yoğun kar yağan bölgeler için bu hususların göz önüne alınması gerekmektedir
DEĞERLENDİRMELER
İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden Sn. Ahmet Erdem HABERDAR tarafından Ocak 2015 tarihinde yayınlanan tez kapsamında her üç standart için (TS-498, EuroCode 1-3, ASCE 07-10), birikmiş ve birikmemiş kar yüklerinin, çatı eğimi açısı(α) 15o ve 31o olan, 16 metre açıklığında, 5 farklı noktasından alt taşıyıcısına mesnetli bir şed çatı modeli (vadi bölgesi eğim etkisi açısının 15o ve 31o olması durumlarına göre) ve toplamda 600m² kapalı alanı olan simetrik bir endüstri yapısı analiz edilerek irdelenmiştir.
Yapılan incelemeler sonucunda; yüklemeler neticesinde Eurocode ve ASCE yönetmeliklerinin kar birikmesi gözlenen durumlarda TS-498‟e göre daha elverişsiz durumlar oluşturduğu gözlenmiştir.
Ayrıca incelemeye konu edilen endüstri yapısına hesaplanan birikmiş kar yükleri etkitilmiş ve bu yükler üzerinden deprem analizleri ve metraj analizleri yapılmıştır. SAP2000 programı üzerinden yapılan analiz sonuçları aşağıdaki tabloda belirtilmiştir;
Çizelgede görüldüğü gibi toplam metraj TS-498 ile yapılan tasarıma göre oranlandığında Eurocode yüklerine göre yapılan tasarımda %8,8, ASCE yüklerine göre yapılan tasarımda ise %15,7 fark etmiştir. Ayrıca aşıklar karşılaştırıldığında ise bu oranlar Eurocode için %24,4 iken, ASCE için %48 fark etmiştir.
Kar yükü değerlerinin çok fazla alınması durumunda kiriş ve aşık kesitleri büyüyeceği için gayri ekonomik bir tasarım ortaya çıkacaktır, ancak yüklerin az alınması durumunda ise bölgesel veya genel göçmeler meydana gelecek ve bu durum can kaybı riskinin yanı sıra, tamir masrafları nedeniyle ekonomik olarak da ek bir maliyet oluşturacaktır. Yük yönetmeliğimiz TS-498‟de basit ve fazla ayrıntılı olmayan bir şekilde tanımlanan kar yükü, Eurocode ve ASCE 07-10‟da çok daha detaylı olarak incelenmektedir. Hatta ASCE‟de sadece kar yükünün farklı bütün durumları ile ilgili rehber kitaplar dahi bulunmaktadır. Analiz hesaplarına konu edilmese de bilgi verilen Kanada yönetmeliğinde ise yağmur yükü de yapıya kar yükü ile birlikte etkitilmektedir. Ülkemizin rakımı yüksek yerlerinde de kar yağışı yoğundur, hatta kar temizliklerinin aşırı soğuklardan veya yöntem bilgisizliğinden ötürü yapılamaması sonucu kar yükü Doğu Anadolu Bölgesi’nde kış aylarında neredeyse sabit bir yüke dönüşmektedir. Beklemiş kar ile yeni yağan karın arasında dahi birim hacim ağırlığı farkı bulunduğu dikkate alınmalı, buzlanma durumu da dâhil olmak üzere bu bölgelerde ekstra önlemler alınarak tasarım yapılmalıdır. Ülkemiz Eurocode 1-3 standardını Türkçe‟ye çevirerek bir adım atmış olmakla birlikte meteorolojik incelemelerin ve istatistikî değerlendirilmelerin daha yoğun bir şekilde yapılması ve ülkemizin de günümüzde daha kapsamlı ve detaylı bir kar yükü yönetmeliğine sahip olması gerekliliği ortadadır.
Zemin ve fay analizleri mikro ölçeklendirmeler ile yürütülürken, kar yükü gibi bir yük kavramının da olabildiğince mikro yani detaylı düzeyde incelenmesi gerekmektedir.
Sonuç itibariyle TS 498-1997 de belirtilen kar yükü hesabının günümüz şartlarına, jeolojik yapıya, mevsim değişkenliğine, küresel ısınma etkilerine karşı yetersiz kaldığı açıktır. 1997 yılında yayımlanan bu değerli dokümanın, küresel ısınma etkileri ve yapı teknolojilerindeki değişiklikler nedeniyle güncelliğini yitirdiği anlaşılmıştır.
Bu sebeple özellikle spesifik yapılarda (Güneş Enerji Santrali, Rüzgar Enerji Santrali, Özel Tasarım Çelik Konstrüksiyon Yapılar v.b) kar yükü hesabı yapılırken TS 498’de belirtilen ancak detayı verilmeyen meteorolojik ölçümlerden faydalanılması büyük önem arz etmektedir. Maalesef ülkemizde yapılan standart dışı özel yapılarda dahi yalnızca TS 498’de belirtilen kar yükü hesabı yapılmakta ve bunun sonucunda kış aylarında kar yükü etkisiyle büyük hasarlar meydana gelmektedir.
Kış aylarına yaklaştığımız bu günlerde, kar yağışlarının başlayacağı ve geçmiş yıllara nazaran küresel ısınma ve iklim değişikliği nedeniyle etkilerinin artarak devam edeceği söylenebilir. Eriyen kar kütleleri toprakların hızla yumuşamasına, dolayısıyla heyelan hareketlerinin tetiklenmesine neden olacaktır. Ayrıca bahar sezonunda küresel iklim değişikliğinin de etkisi ile ani sağanak yağışlar ve eriyecek kar kütleleri ile birleştiğinde çok sayıda sel ve heyelan hadisesinin meydana gelmesi beklenmektedir. Meydana gelen yoğun kar yağışı ve iklim değişikliği etkileri de gözetilerek gerekli önlemlerin şimdiden alınması ve risk analizlerinin yapılarak hasar frekansının kontrol altında tutulması sağlanmalıdır.
Özelikle Güneş Enerji Santrallerinde kar yükü hesabı yapılırken, bölgenin geçmiş dönem meteorolojik kayıtlarının incelenmesi, inşa edilecek yapının bulunduğu bölgenin topoğrafik özellikleri, bölgede karın yerde kalma süresinin incelenmesi v.b. etken unsurların detaylıca incelenerek kar yükünün belirlenmesi meydana gelecek hasarların büyük bir bölümünün önüne geçecektir.
Ayrıca diğer bir husus güneş enerji santrallerinde TS 498 – 1997 kullanılarak yapılan rüzgâr yükü hesaplarının yetersizliğidir. İlgili standartta yer alan rüzgâr yükü hesabı ve bu hesaplamanın Eurocode (TSEN 1991-1-4-2007) standardı ile yapılan rüzgâr yükü hesaplamasıyla kıyaslaması “4. YÖNETMELİKLERDE BULUNAN RÜZGÂR YÜKÜ HESAPLAMALARI ve KARŞILAŞTIRILMASI” başlığında irdelenmiştir.
YÖNETMELİKLERDE BULUNAN RÜZGÂR YÜKÜ HESAPLAMALARI ve KARŞILAŞTIRILMASI
Rüzgâr yükünün nasıl hesaplanacağı TS 498-1997’de belirtilmiştir. Çatı eğimini, Aerodinamik yük katsayısını ve emme basıncını da dikkate alan W rüzgâr yükü bu standartta gösterilen şartlara göre hesaplanır. Standartta verilen değerler minimum değerlerdir.
RÜZGÂR YÜKÜ
Hesaplama için aşağıda verilen açıklamalar bütün yapılar için geçerli olmakla beraber kendi şartnameleri veya standartları olan, mesela köprü, vinçler, yüksek bacalar (fabrika bacası vs. gibi), radyo vs. yayın kuleleri ve yüksek gerilim hatları gibi yapılar için geçerli değildir.
Rüzgâr yükü her yönde en büyük değerinde tesir eder şekilde göz önüne alınmalıdır.
Rüzgâr doğrultusu genellikle yatay kabul edilir.
RÜZGÂR YÜKÜ HESAP DEĞERİ (W)
Rüzgâr yükü hesabı yapının geometrisine bağlıdır. Basınç, emme ve sürtünme etkileri birleştirilerek hesaba alınır. Bir yapının bütününde rüzgâr yükü bileşkesinin büyüklüğü;
Rüzgâr yükü hesabı yapının geometrisine bağlıdır. Basınç, emme ve sürtünme etkileri birleştirilerek hesaba alınır. Bir yapının bütününde rüzgâr yükü bileşkesinin büyüklüğü;
W = Cf . q . A kN*
Formülü ile bulunur.
Burada;
Cf : Aerodinamik Yük Katsayısı
Q : Emme (Hız Basıncı) kN / m²
A : Etkiyen Yüzey Alanı, m²
Narin çelik konstrüksiyonda buzlanma sonucu artacak rüzgara maruz (ekspoze) yüzeyler dolayısı ile rüzgar yüklerinde oluşacak artışın projelendirme dikkate alınması gereklidir.
Aeorodinamik Yük Katsayısı (Cf)
Yük katsayısının (Cf) belirlenmesi yapı geometrisine ve rüzgârın esiş yönüne bağlıdır. Rüzgar kanalı deneyinde bu katsayı elde edilir.
Rüzgâr Basıncı (w)
Yapı üst yüzeyine tesir eden rüzgâr basıncı
w = Cp.q kN/m2
Formülü ile bulunur.
Burada;
q = Rüzgar basıncı kN/m2
Cp = Emme katsayısı
Cp, dikkate alınan yüzey için çeşitli esiş yönüne bağlı olarak belirlenir. Rüzgâr basıncı etki yüzeyine dik olarak etki eder.
Burada:
Qi = Emme, kısım (i)’de
Ai = Alan, kısım (i)’de
Münferit taşıyıcı yapı elemanları için (mesela mertek, aşık, cephe elemanı vs. gibi) rüzgar basıncı değeri katsayısı 1/4 artırılır.
Emme (Hız Basıncı) (q)
şeklinde hesaplanır.
Çok yaklaşık olarak hava birim ağırlığını p = 1,25 kg / m³ alırsak hız (v)’de m/s cinsinden yerine konursa;
bulunur.
Mahalli topografik şartlar nedeniyle değişik rüzgâr hızları oluşabilir ve bu çizelge değerinden sapabilir.
Böyle yüksekte ve sarp bir yamaçtaki yapıda rüzgâr etkisi şiddetli olacağı düşüncesiyle emme q = 1,1 kN/m2 alınmalıdır
Rüzgâr Yüklerinin TS 498 ve Eurocode Şartnamesine Göre Karşılaştırılması
İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, Mühendislik Fakültesi, İnşaat Mühendisliği Bölümü’nden Sn. Cem ÖZLEK tarafından Aralık 2015 tarihinde yayınlanan tez kapsamında her üç standart / yönetmelik için (TS-498, EuroCode 1-3, ASCE 07-10), iki farklı örnek üzerinden yapılara etki eden rüzgar yüklerinin karşılaştırılması yapılarak incelenmiştir.
Yapılan incelemeler sonucunda; TS 498’e göre belirlenen rüzgar yüklerinin, yapılarda oluşturduğu taban kesme kuvvetleri Eurocode 1-4 ve ASCE 7-10’a göre hesaplanan değerlerden küçük çıkmıştır. TS 498 her iki yönetmeliğe göre de farklı bir hesap yöntemi izlediğinden, bu farklılığın belirli bir etkiden dolayı olmadığı, hesabın genelinden kaynaklandığına değinilmiştir.
TS 498 içerisinde yer alan ve 3. Bölümde detayları verilen hesap yönteminde yapıda oluşması beklenen rüzgâr basınç dağılımının çok basit olarak ifade edildiği gözlemlenmiştir. Örneğin rüzgâr yükü hesabına etki edecek, rüzgar doğrultusu, arazi kategorisi, engebelik katsayılar, iç basınç etkileri göz ardı edilmiştir. Türbülans etkilerinden ise bahsedilmemiş, sadece rüzgârın statik etkileri üzerinde durulmuştur. Yapılan bu karşılaştırmalar sonucunda, TS 498, rüzgâr yüklerinin hesabında birçok parametre ve etkiyi göz ardı eden hesap yöntemiyle uluslararası alanda kullanılan Eurocode 1-4 ve ASCE 7-10 yönetmeliklerine göre geri kaldığı gözlenmiştir.
Sonuç ve Değerlendirme
Geçtiğimiz yıllarda kış aylarında gerçekleşen kar yağışları Türkiye’ nin büyük bir bölümünde etkili olmuştur. Yoğun kar yağışı sebebiyle biriken kar kütlesi genellikle yüzey alanı fazla olan endüstriyel tesis çatılarının çökmesine neden olmuştur.
Bina çatılarının yanı sıra enerji nakil hatlarında, güneş enerji santrallerinde ve rüzgâr enerji santrallerinde de kar ağırlığı ve rüzgâr yüküne bağlı çeşitli hasarlar meydana gelmiş, oluşan bu hasarların çoğunun gerçekleşen kar yağışı miktarından bağımsız mühendislik / tasarım hataları sebebiyle gerçekleştiği tespit edilmiştir. Yağan kar etkisiyle meydana gelen doğrudan ve dolaylı zararlar, İş durması, kar kaybı ve sorumluluk hasarları v.s. düşünüldüğünde hasar miktarım çok ciddi boyutlara ulaşmıştır.
Bu durum, Risk Analizinin önemini bir kez daha göstermiştir. Risk analizi, doğru sigortalı, doğru riziko, doğru poliçe,…, az zarar, gerçek hasar…! gibi sonuçların belirleyicisidir.
Son dönemde incelenen hasarlar, mevcut bazı eksiklikleri de çok belirgin olarak ortaya koymuştur. Bunların başında, kar ve rüzgâr yükü hesaplamaları için standart olarak kabul edilen “ Türk Standardı (TS) 498 Yapı Elemanlarının Boyutlandırılmasında Alınacak Yüklerin Hesap Değerleri “ yönetmeliğine uyulmaması yer almaktadır. 1997 yılında yayımlanan bu değerli dokümanın, küresel ısınma etkileri ve yapı teknolojilerindeki değişiklikler nedeniyle güncelliğini yitirdiği, bültenimizin 2. Bölümünde detaylı incelenen diğer standartlara göre daha yüzeysel yük hesaplamalarının yapıldığı anlaşılmıştır. Bu sebeple TS 498’e uygun tasarımı yapılan yapılarda dahi, bölgenin topoğrafik ve meteorolojik özelliklerine uygun BEKLENEN meteorolojik hadiselerde hasarlarla karşılaşılmaktadır.
Özellikle güneş enerji santralleri, rüzgar enerji santralleri v.b. spesifik yapılar için yalnızca TS 498’e göre analiz yapılmasının yetersiz olacağı açıktır. Bu sebeple detaylı olarak incelenen ve TS 498’e göre daha detaylı ve kapsamlı hesaplama yöntemleri belirtilen Eurocode 1-4 ve ASCE 7-10 yönetmeliklerine göre de tahkimat / tasarım yapılması büyük önem taşımaktadır.
Kış aylarına yaklaştığımız bu günlerde, kar yağışı ve buna bağlı etkilerin geçmiş dönemlere nazaran küresel ısınma ve iklim değişiklikleri etkileriyle artarak devam edeceği söylenebilir. Bu nedenle yoğun kar yağışı ve iklim değişikliği etkileri de gözetilerek gerekli önlemlerin şimdiden alınması ve risk analizlerinin yapılarak hasar frekansının kontrol altında tutulması sağlanmalıdır. Referans değer TS 498 ise bunun doğru ve yeterli olmadığını bilerek tasarım hesaplarının gözden geçirilmesi Risk Analinizin ilk adımı olacaktır.
DEPREM YÖNETMELİKLERİNİN İNCELENMESİ VE SİGORTACILIK SEKTÖRÜ AÇISINDAN DEĞERLENDİRİLMESİ
Deprem Nedir?
Yerkabuğu içindeki kırılmalar nedeniyle ani olarak ortaya çıkan titreşimlerin dalgalar halinde yayılarak geçtikleri ortamları ve yer yüzeyini sarsma olayına “DEPREM” denir.
Deprem, insanın hareketsiz kabul ettiği ve güvenle ayağını bastığı toprağın da oynayacağını ve üzerinde bulunan tüm yapılarında hasar görüp, can kaybına uğrayacak şekilde yıkılabileceklerini gösteren bir doğa olayıdır.
Deprem Türleri
Depremler oluş nedenlerine göre değişik türlerde olabilir. Dünyada olan depremlerin büyük bir bölümü yukarıda anlatılan biçimde oluşmakla birlikte az miktarda da olsa başka doğal nedenlerle de olan deprem türleri bulunmaktadır. Yukarıda anlatılan levhaların hareketi sonucu olan depremler genellikle “TEKTONİK” depremler olarak nitelenir ve bu depremler çoğunlukla levhalar sınırlarında oluşurlar. Yeryüzünde olan depremlerin %90’ı bu gruba girer. Türkiye’de olan depremler de büyük çoğunlukla tektonik depremlerdir. İkinci tip depremler “VOLKANİK” depremlerdir. Bunlar volkanların püskürmesi sonucu oluşurlar. Bunlar da yanardağlarla ilgili olduklarından yereldirler ve önemli zarara neden olmazlar. Japonya ve İtalya’da oluşan depremlerin bir kısmı bu gruba girmektedir. Türkiye’de aktif yanardağ olmadığı için bu tip depremler olmamaktadır. Diğer tip depremler de “ÇÖKÜNTÜ” depremlerdir. Bunlar yer altındaki boşlukların (mağara), kömür ocaklarında galerilerin, tuz ve jipsli arazilerde erime sonucu oluşan boşlukları tavan blokunun çökmesi ile oluşurlar. Odağı deniz dibinde olan Derin Deniz Depremlerinden sonra, denizlerde kıyılara kadar oluşan ve bazen kıyılarda büyük hasarlara neden olan dalgalar oluşur ki bunlara (Tsunami) denir.
Deprem Parametreleri
Herhangi bir deprem oluştuğunda, bu depremin tarif edilmesi ve anlaşılabilmesi adına bazı kavramlar tanımlanmıştır:
ODAK NOKTASI (HİPOSANTR): Odak noktası yerin içinde depremin enerjisinin ortaya çıktığı noktadır.
DIŞ MERKEZ (EPİSANTR): Odak noktasına en yakın olan yer üzerindeki noktadır. Burası aynı zamanda depremin en çok hasar yaptığı veya en kuvvetli olarak hissedildiği noktadır.
ODAK DERİNLİĞİ: Depremde enerjinin açığa çıktığı noktanın yeryüzünden en kısa uzaklığı, depremin odak derinliği olarak adlandırılır.
EŞ ŞİDDET (İZOSEİT) EĞRİLERİ: Aynı şiddetle sarsılan noktaları birbirine bağlayan noktalara denir. Bunun tamamlanmasıyla eş şiddet haritası ortaya çıkar.
ŞİDDET: Herhangi bir derinlikte olan depremin, yeryüzünde hissedildiği bir noktadaki etkisinin ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Depremin şiddeti, depremlerin gözlenen etkileri sonucunda ve uzun yılların vermiş olduğu deneyimlere dayanılarak hazırlanmış olan “Şiddet Cetvelleri”ne göre değerlendirilmektedir. Bugün kullanılan başlıca şiddet cetvelleri değiştirilmiş “Mercalli Cetveli (MM)” ve “Medvedev-Sponheur-Karnik (MSK)” şiddet cetvelidir.
MAGNİTÜD: Deprem sırasında açığa çıkan enerjinin bir ölçüsü olarak tanımlanmaktadır. Enerjinin doğrudan doğruya ölçülmesi olanağı olmadığından, Amerika Birleşik Devletleri’nden Prof.C.Richter tarafından 1930 yıllarında bulunan bir yöntemle depremlerin aletsel bir ölçüsü olan “Magnitüd” tanımlanmıştır. Depremlerin şiddet ve magnitüdleri arasında birtakım ampirik bağıntılar çıkarılmıştır. Bu bağıntılardan şiddet ve magnitüd değerleri arasındaki dönüşümleri aşağıdaki gibi verilebilir.
Türkiye’de Meydana Gelen Depremler
Aşağıda Kandilli Rasathanesi ve Deprem Araştırma Enstitüsünün yayınladığı Türkiye’de meydana gelen depremlere ilişkin verilerin bir kısmı yer almaktadır.
Türkiye’deki Deprem Yönetmelikleri
1940 yılından günümüze kadar deprem ile ilgili birçok yönetmelik yürürlüğe girmiştir.
- 1940 – Zelzele Mıntıkalarında Yapılacak İnşaata Ait İtalyan Yapı Talimatnamesi
Yığma yapıların yaygın olduğu bu dönemde, yönetmelik genelde mimari konular üzerinde durmuştur. 1. ve 2. derece deprem bölgelerinden söz edilmekle beraber, hesap olarak kat yüksekliği, duvar kalınlığı, temel durumu gibi yapısal kurallardan bahsedilmektedir. Konuyla ilgili cezai hükümlerde yönetmelikte yer almaktadır.
- 1944 – Zelzele Mıntıkaları Muvakkat Yapı Talimatnamesi
Bu yönetmelikte giriş kısmında cezai hükümler ve ruhsat alma işlemleri yer almaktadır. Önceki yönetmelikten en önemli farkı temel zeminine önem vermesidir. Betonarme binalara değinilmiş ancak ayrıntı verilmemiştir. Malzeme ve işçilik hususundaki ifade dikkat çekicidir; “en iyi malzeme ve itinalı işçilik kullanılacaktır”, denilmiş fakat iyi kavramı açıklanmamıştır.
- 1949 – Türkiye Yersarsıntısı Bölgeleri Yapı Yönetmeliği
Yönetmelikten ceza hükümleri kaldırılmıştır. Çok yüzeyselde olsa 1. ve 2. derece deprem bölgeleri oluşturulmuştur. Burada Kocaeli 1. ve 2. derece bölgelere dahil edilmiş, Bingöl Merkez ise 2. derece deprem bölgesi olarak kabul edilmiştir. İlk defa deprem kuvvetlerinin hesaplanması için bir denklem verilmiştir. Yönetmelikte yatay yersarsıntısı tesirinin yapının birbirine dik iki ekseni doğrultusunda tesir ettiği fakat her iki doğrultuda aynı zamanda tesir etmediği kabulünün yapılması istenmiştir.
- 1953 – Yersarsıntısı Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik
Deprem kuvvetlerinin hesabı daha ayrıntılı verilmiş ve tablolar oluşturulmuştur. Zemin konusuna daha fazla önem verilerek, zemin emniyet gerilmesi değerleri de çeşitli sınıf zeminler için belirlenmiştir.
- 1962 – Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik
Bir önceki yönetmeliğe göre çok büyük değişiklikler olmayıp, deprem kuvvetleri hesabı bir basamak ilerletilmiştir. Ayrıca su baskını ve yangın afetinden bahsedilmiştir. Önceki yönetmeliklerden farklı olarak, bu yönetmelikte bir bölüm deprem bölgelerinde yapılacak yapılar hakkındaki hususlara ayrılmıştır. Yapı temellerinden, taşıyıcı döşemelerden, yapıların konsol şeklindeki kısımlarından bahsedilmiştir. Deprem kuvvetlerinin tespit edildiği formül bu yönetmelikte de değişmemiş fakat C, deprem katsayısı bir formülle bulunmaktadır.
- 1968 – Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik
Depremden başka su baskını ve yangın afetinden korunma hususunda da bazı önerilerde bulunulmuştur. Artık betonarme binaların önem kazandığı ülkemizde betonarme yapı elemanlarının genel özelliklerinden bahsedilmiş, boyut ve donatı ile ilgili kurallara yer verilmiştir. Ayrıca bu yönetmelikte çizimler yapılarak, görselliğe önem verilmiş ve anlatılanların daha iyi anlaşılması sağlanmıştır. Yönetmeliğin daha öncekilerden en önemli farkı betonarme inşaat elemanlarının kurallarından bahsetmesi ve deprem hesabının daha ayrıntılı hale gelmesidir.
- 1975 – Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik
Ülke 1. , 2. , 3. ve 4. derece deprem bölgelerine ayrılmıştır. Deprem kuvvetleri hesabı birçok parametreye göre detaylı bir şekilde yapılmaktadır. Depremlerde ağır hasara neden olan birçok eksiklik görülmüş ve bu yönetmelikte düzeltilmiştir. Yönetmelikte özellikle kolon-kiriş birleşim bölgelerine ve kolon, kiriş sarılma bölgelerine önem verilmiştir. Betonarme perdeler konusuna geniş yer verilmiş ve ilgili kurallar açıklanmıştır.
- 1998 – Afet Bölgelerinde Yapılacak Yapılar Hakkında Yönetmelik (ABYYHY)
Yönetmelik diğer gelişmiş ülkelerdeki standart ve yönetmelikler dikkate alındığında oldukça emniyetli bir tasarım yaklaşımı içindedir. Yönetmelik yapıya etki edecek deprem kuvvetlerinin belirlenebilmesi için, etkin yer ivmesi katsayısı, bina önem katsayısı ve spektrum katsayısı tanımlamıştır.
Daha sonra hesap yöntemlerinden bahsedilmiştir. Bunları, eşdeğer deprem yükü yöntemi, mod birleştirme yöntemi ve zaman tanım alanında hesap yöntemleri olmak üzere üç başlık altında toplamıştır. Yönetmelik depreme dayanıklı yapı tasarımı başlığı altında betonarme elemanların hepsi ile ilgili kuralları vermiştir. Sadece betonarme yapılar için değil, çelik, ahşap, yığma ve istinat yapıları içinde depreme dayanıklı tasarım kuralları belirlenmiştir.
- 2007 – Deprem Bölgelerinde Yapılacak Binalar Hakkında Yönetmelik
Bu deprem yönetmeliği, 1999 yılında meydana gelen büyük deprem sonrasında yapılmaya başlanmıştır. Uluslararası standartlara uygunluk ve AB Uyum Yasaları göz önüne alındığı için bu kadar geç yürürlüğe girmiştir. Binaların özellikleri en ince detayına kadar anlatılmış, cezai işlemlerden bahsedilmiş ve bölgelere göre yapılaşmadan bahsedilmiştir. Binalar için çok detaylı hesaplamalar, bina yapımında kullanılacak malzemelerde bu yönetmelikte anlatılmıştır.
- 2019 – Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği
Günümüze kadar olan yönetmelikler de düşünüldüğünde tasarım ve analiz yöntemleri geliştirilerek daha da ayrıntılı ve karmaşık hale gelmiştir. Deprem tasarım yükleri genel olarak artırılmıştır. Ayrıca yayınlanan son yönetmeliğin yapı maliyetine nasıl etkisi olacağı belli değildir. Aslında yönetmelikler bilimin ve teknolojinin ilerlemesiyle paralel olarak güncellenmektedir. Yönetmelikleri özetleyecek olursak, meydana gelen depremlerin oluşturduğu hasarın nedeni tetkik edildiğinde sorunun yönetmeliklerde değil uygulamalarında olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır.
Yönetmeliklerin Değerlendirilmesi
Yönetmeliklerin yenilenmesi ile birlikte bir önceki yönetmeliklere göre tasarım eksiklikleri ön plana çıkmaktadır. Her şeyden önce mevcut yönetmeliklerin tam olarak uygulanması ve bu uygulamanın proje ve yapım aşamasındaki kontrolüdür. Geçmişte yaşadığımız büyük depremler sonrasında ortaya çıkan manzara açıkça görülmektedir. Yönetmelik yetersizliği, yönetmeliğin doğru uygulanmayışı, yapı denetiminin olmaması, özellikle de müteahhitlerin yapım maliyetini düşürmek için insanların canları ve malları pahasına malzeme, işçilik ve uygulama aşamalarında gereken hassasiyeti neredeyse hiç göstermemesi sonucunda meydana gelen hasarların büyüklüğü artmıştır.
Deprem sonrası meydana gelecek olan hasarların önüne geçilmesi, azaltılması adına bu noktadan sonra yönetmelikleri değiştirmenin yanı sıra yönetmeliklerin her yönden uygulanmasına ehemmiyet verilmelidir. Can ve mal güvenliğini sağlamak adına yapılacak olan sağlam yapılar, kabul gören metotlarla yapılan tasarım, kaliteli ve uygun malzemeler, mesleki açıdan onaylanmış, düzenli ve yeterli denetim neticesinde meydana gelecektir.
Türkiye Deprem Tehlike Haritası
AFAD tarafından Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği ile aynı tarihte resmi gazetede yayınlanan Türkiye Deprem Tehlike haritasını incelediğimizde, Türkiye’nin büyük bir bölümü deprem kuşağı altında bulunmakta olduğu gözükmektedir.
Sigorta Sektörü ve Deprem
Türkiye’nin aktif deprem kuşaklarına sahip olması nedeniyle ev, işyeri ve endüstriyel yapıların büyük çoğunluğu deprem açısından riskli bölgelerde bulunmaktadır. Ülkemizde çok sık yaşanan deprem afetlerinin vermiş olduğu zararların azaltılması için 1999 yılından sonra uygulamaya konulan bir kanun hükmünde kararname ile binalar depreme karşı zorunlu olarak sigortalanmaktadır.
Ancak meydana gelen deprem neticesinde oluşan can ve mal kayıpları göz önünde bulundurulduğunda, hasarın çok büyük olduğu aşikârdır. Bu durumda doğal afetler sonrasındaki sürecin yönetilmesinin yanı sıra öncesinde alınacak tedbirler daha büyük önem arz etmektedir. Depreme dayanıklı yapıların tasarımı ile ilgili yönetmelikler, yapı denetim kuruluşlarının etkinliği, müteahhitlerin her aşamada alması gereken sorumluluklar, bakanlıklar, belediyeler ve ilgili diğer idarelerin görev ve yükümlülüklerini yerine getirmesi ve bütün bu sürecin uygulanması aşamasındaki insan faktöründen kaynaklanan belirsizliklerin giderilmesi sonucunda meydana gelecek olan hasarın azaltılması sağlanmalıdır.
2019 yılında yürürlüğe giren deprem yönetmeliğiyle mevcut durumda var olan neredeyse tüm yapıların deprem yönetmeliğine uygunluğu, taşıma gücü kaybı tespiti, yeni yönetmeliğe uygun olarak güçlendirme veya yeniden inşa faaliyetlerinin yapılması gerekmektedir.
Mevcut yapıların yapım yılları ve faydalı kullanım ömürleri (50 yıl) göz önüne alındığında, faydalı kullanım ömrünü doldurmamış bir yapı için ülkemizde ki deprem yönetmeliği 5 kez revize edilmiştir. Bu bir yapı için büyük risk teşkil etmekle birlikte, yapının güvenli bölgede kalabilmesi için ciddi güçlendirme çalışmalarının yapılması gerekmektedir.
Şu an ki koşullar altında tahmin edilme olasılığı düşük, muhtemel hasar potansiyeli yüksek olan katastrofik risklerin sigortacılık yönünden birçok dezavantajı bulunmaktadır. Zamanında alınmayan önlemler ve yapılmayan denetimler sonucu yıkılması çok muhtemel olarak görülen riskli yapılarda meydana gelen hasarlar sonucunda, sigortacı tarafından ödenecek olan tazminatlar veya sigortalının karşılamak zorunda olacağı bedeller ekonomik açıdan oldukça yüksek maliyetli olmaktadır. Tüm bunların altında yatan sebep, sigorta yaptırmanın sadece hasarları telafi etmek için var olan bir oluşum olarak görülmesidir.
Bilim bu konuda kesin ve tartışmasız sonuçlar sunacaktır. Ancak en önemli hususun maliyet olacağını da görmekteyiz. Sonuçları ön görmek önemli. Bu konuda toplumsal bilincin yeterince oluştuğunu görüyoruz. Toplumsal ekonominin ise aynı oranda artmaması çözüm için en önemli engel. “Bilinç var para yok.. !!!” Otoritelerin gerçekten tüm koşullar sağlanmışçasına yol göstermesi veya açıklama yapması bir çözüm değil. Ve hatta; her afet ve olaydan sonra hiç bir sorumlulukları veya görevleri yokmuşçasına basın açıklaması yaparak sigorta sektörünü göreve davet etmeleri sonunun büyüklüğüne ilişkin en önemli göstergedir. !!!
ÜLKEMİZDE UYGULANAN YAPI DENETİM SİSTEMİNİN İNCELENMESİ – KARŞILAŞTIRILMASI
Yapı Denetim Sistemi Nedir?
Yapı denetim sistemi, yapılaşmayı tüm aşamalarda denetleyen, önceliği can ve mal güvenliği olan, dünyaca kabul edilmiş ve onaylanmış teknolojiye, standartlara, normlara ve yönetmeliklere uygun, kontrollü, kaliteli ve sürdürülebilir yapılaşmayı sağlayacak olan bir sistemdir.
Türkiye’de Yapı Denetim
Türkiye’de yapı denetimine ilişkin ilk düzenleme 1999 Marmara ve Düzde depreminden sonra 595 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile gerçekleşmiştir. Daha sonra 595 sayılı KHK anayasa mahkemesi tarafından sektörel yönden ihtiyacı karşılayamaması yüzünden iptal edilmiştir. Daha sonra 2008 yılında Yapı Denetimi Hakkında Kanun, Yapı Denetim Uygulama Yönetmeliğiyle birlikte yürürlüğe girmiş ve ilgili mevzuatlar güncellenmeye devam etmektedir.
Yapı Denetim Kanunu ve Yapı Denetim Uygulama Yönetmeliğinin içeriğinde yapı denetim sisteminde sorumluluğu bulunan gereken gerçek veya tüzel kişiler aşağıda yazılmıştır.
Yapı Sahibi: Yapı üzerinde mülkiyet hakkına sahip olan gerçek veya tüzel kişiler
Yapı Müteahhidi: Yapım işini, yapı sahibine karşı taahhüt eden veya ticari amaçla ya da kendisi için şahsi finans kaynaklarını kullanarak üstlenen, ilgili meslek odasına kayıtlı, gerçek ve tüzel kişi
Yapı Denetim Kuruluşu: Bakanlıktan aldığı izin belgesi ile münhasıran yapı denetim görevini yapan, ortaklarının tamamı mimar ve mühendislerden oluşan tüzel kişi
İlgili İdare: Belediye ve mücavir alan sınırları içindeki uygulamalar için Büyükşehir Belediyeleri ile diğer belediyeler, bu alanlar dışında kalan alanlarda valilikler, yapı ruhsatı ve kullanma izin belgesi verme yetkisine sahip diğer idareler
Proje Müellifi: Mimarlık, mühendislik tasarım hizmetlerini iştigal konusu olarak seçmiş, yapının etüt ve projelerini hazırlayan gerçek ve tüzel kişi
Denetçi Mimar ve Mühendis: İlgili mühendis ve mimar meslek odalarına üyeliği devam eden ve Bakanlıkça denetçi belgesi verilmiş mühendis ve mimarlar
Laboratuvar: İnşaat ve yapı malzemeleri ile ilgili ham madde ve mamul madde üzerinde ilgili standartlarına veya teknik şartnamelerine göre ölçüm, muayene, kalibrasyon yapabilen ve diğer özelliklerini tayin eden, Bakanlıktan izin almış tesistir.
Ülkemizde yapı denetim ile ilgili olarak geçmişten günümüze çeşitli yasal düzenlemeler yapılmış olsa da, yapılan inşai faaliyetler sürecinde mühendislik, mimarlık, finansal ve hukuksal alandaki hizmetlerin yetersiz olması veya hiçbir hizmet alınmaması, bu faaliyetler üzerindeki kontrolün, denetimin hiçbir aşamada sağlanamaması, yapım ve yönetim aşamalarında tavizlerin verilmesi neticesinde, insanların can ve mal güvenliğinin sağlanması açısından uygun olmayan bir yapılaşma sürecine yol açmıştır.
Yapı Denetimi Hakkındaki Kanun incelendiğinde Sorumluluklar ve yapılamayacak işler başlıklı 3. Maddede geçen ibarelere istinaden fenni mesuliyetin Yapı Denetim Kuruluşunca İdare’ye karşı üstlenildiği görülmektedir. Ayrıca sorumluların kusur nedeniyle ortaya çıkan hasarlar için ne oranda sorumlu olduğu açık bir şekilde ifade edilmemektedir.
“Bu Kanunun uygulanmasında, yapı denetim kuruluşları imar mevzuatı uyarınca öngörülen fennî mesuliyeti ilgili idareye karşı üstlenir.
Yapı denetim kuruluşları öncelikle risk bazlı denetim yapar. Yapı denetim kuruluşları, denetçi mimar ve mühendisler, proje müellifleri, laboratuar görevlileri ve yapı müteahhidi ile birlikte yapının ruhsat ve eklerine, fen, sanat ve sağlık kurallarına aykırı, eksik, hatalı ve kusurlu yapılmış olması nedeniyle ortaya çıkan yapı hasarından dolayı yapı sahibi ve ilgili idareye karşı, kusurları oranında sorumludurlar.”
Fransa’daki Müteahhit Sorumluluğu
Yapı denetim sistemini en iyi uygulayan ülkelerden biri Fransa’dır ve yapı denetimi ile sigorta sistemini uyumlu bir şekilde entegre etmiştir. Sistemin temeli toplum ve tüketici bilincine dayanmaktadır. Yapı sahibinin yapı denetimi hakkında fazla bilgisinin olmamasının beklenmesi, inşaat sektörüne yapılan ciddi yatırımlar ve bunların öneminin farkındalığı neticesinde Fransa’da yapı denetimi ve sigortacılık sistemi kaliteli ve güvenli yöntemlerle oluşturulmuş ve geliştirilmeye devam etmektedir.
Fransa’daki sistemin amacı yapı sahibi ile müteahhit arasında teknik ve hukuki açıdan bir köprü oluşturmaktır. Sigortaya dayalı bu sistem, yapı denetimi yetkililerinin daha az kontrol sahibi olduğu ancak müteahhitlerin sorumluluğunun artırıldığı bir sistemdir. Sistem içerisinde denetim şirketleri, sigorta şirketleri, teknik elemanlar ve belediyeler bulunmaktadır.
Sisteme sigortacılık yönünden bakıldığında ve uygulanan diğer sistemler ile kıyaslandığında, süreç ve işleyiş yönünden prosedürlerin artmasına ve yapı maliyetinin yükselmesine rağmen, sigortanın yapıların kalitesinin ve standardının yükselmesi hususunda etkili olduğu görülmektedir. Sigortacılık, inşaatın her aşamasında ciddi bir teknik denetim mekanizması oluşmasını sağlamıştır.
Sonuç olarak Fransa’daki yapı denetim modelinde, sigortacılığın sistem içerisine yapım sürecinin başlamasından itibaren dahil edilmesi ve müteahhidin sorumluluklarının diğer sorumlulara oranla artırılmış olması, yapı sahibini hukuki yönden korumuş ve sorumluluğun sadece sigortalı ve sigortacı arasında olmadığı bir düzenin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Yöntem ve uygulama kriterleri bakımından önerilebilecek en iyi çözümlerden birisi olarak görmekteyiz.
Yapı Denetim Sisteminin Değerlendirilmesi
Yapı denetim yönetmelik ve kanununa göre, binalar için denetlenme şartı bulunmaktadır. Fakat bu işi üstlenen sorumluların, aşağıda belirtilen maddelere göre iş sağlığı ve güvenliği, uygulanabilirlik, bağımsızlık, ilgili standartlar ve mevzuatlara uygunluk, risk değerlendirmesi ve sigortacılık vb. ölçütler açısından denetim süreci içerisinde hangi durumlarda ne kadar etkin olduğu, hangi şartlarda ve ne ölçüde sorumluluk altında olduğu hususundaki değerlendirilme yöntemi sağlıklı, kontrollü ve planlı bir şekilde yapılmalıdır:
- Proje başlangıcından sonuna kadar olan tüm aşamalarda sürekli olarak binaların denetlemesinin yapılması,
- Projenin incelenmesi ve eksikliklerin yapılacak olan değişikliklerin belirlenmesi neticesinde projenin yönlendirilmesi,
- Projenin onaylanmasından sonra yapım aşamasında yapılan kontrollerde, inşaatın projeye uygunluğu, iş sağlığı ve güvenliği açısından denetimi, yapım aşamasında görev alan işçilerin, mühendislerin, mimarların vb. çalışanların yetkinlik ve yaptığı işin doğruluğunun kontrolünün sağlanması,
- İnşaatta projeye uygun olmayan durumların saptanması, bu durum ile ilgili olan konuların idareye ve diğer sorumlulara bildirilmesi,
- Projenin son aşamalarına gelindiğinde yapı ile alakalı her bir alt birimin kontrol edilmesi ki bunlar; çatı, elektrik tesisatı, mekanik tesisat, aydınlatma, enerji sistemleri, güvenlik, çevre düzenlemesi, ısı ve ses yalıtımı vb. işlerdir.
- Proje ile alakalı tüm kontrollerin sağlanması ile gerekli olan raporlar hazırlanır ve proje tamamlandıktan sonra onaylanmış olarak kullanıma açılması şeklinde özetlenebilir.
- Proje esnasında günlük ve aylık olarak yapı denetim görevlisi veya idare tarafından görevlendirilen sürveyanlar tarafından tanzim edilen “şantiye günlük defteri” büyük önem arz etmektedir. Projenin işleyişi, yapım aşamaları kronolojik olarak deftere not edilir ve imalatlar fotoğraflanır. Belirli periyotlarda ise idare, yüklenici ve yapı denetim yetkililerince imza altına alınarak onaylanır.
Ancak, yayımlanan kanunlarda ve yönetmeliklerde yapı denetim ile ilgili tanımlamalar, görev dağılımları, kısıtlamalar, kapsamlar ile ilgili her ne kadar detaylı açıklamalar yapılsa da, yapılması gereken denetim işi insan faktöründen bağımsız olarak düşünülemez. İnsan faktöründe esas olan ise dürüstlük, bağımsızlık, tarafsızlık ve güvenilirliktir. Yine de kanun ve yönetmeliklerdeki açıklamalara ve uygulanmasına dair belli bir düzenin oluşturulması, benimsenmesi ve var olan eksikliklerin tespit edilip yenilenmesi, geliştirilmesi ve somutlaştırılması gerekmektedir. Bu düzene ilişkin hususlar aşağıdaki gibi sağlanabilir:
- Yapılacak olan tanımlamalarda belirsizliklerin, yorumlanmaya müsait açıklamaların giderilmesi,
- Sorumlular arasındaki ilişkilere dair ifadelerin netleştirilmesi,
- Sorumlu olan gerçek veya tüzel kişilerin sorumluluklarının, verilecek olan hizmet dâhilinde adaletli, orantılı ve sınırlı olarak belirlenmesi ve uygulanması,
- Herhangi bir hasar veya kusurun tespit edilmesi neticesinde, sorumluluğun kimde olacağına dair ibarelerin tam ve eksiksiz bir biçimde tanımlanmış olması ve bu hususta kontrol mekanizmasının oluşturulması,
- Müşavirin hiçbir şekilde müteahhit ile maddi konularda iletişiminin olmaması,
-
Müşavirlik sisteminin bağımsız olması adına finans ve sigorta sektörünün sisteme uygun bir şekilde entegre edilmesi gibi hususlar akıl, bilim ve vicdan yönünden değerlendirilerek daha da çeşitlendirilebilir.
KATASTROFİK RİSK, GİZLİ AYIP VE BU KAVRAMLARIN SİGORTA SEKTÖRÜNE ETKİLERİ
KATASTROFİK RİSK
Tanım
Katastrofi (Afet): Afet; insanlar için fiziksel, ekonomik ve sosyal kayıplar doğuran, insanın normal yaşantısını ve eylemlerini durduracak veya kesintiye uğratacak, imkânların yetersiz kaldığı olaylara verilen genel bir tanımdır.
Etkileri
Katastrofik riskler, gerçekleşmeleri halinde sistematik bir etki ile tüm bir ülkeyi, sektörü, kesimi veya halkın tamamını çok şiddetli şekilde olumsuz etkilerler. Can kayıpları, korkunç boyutta mali kayıplar, piyasalarda yıkıcı çalkantılar, ekonomide derin hasarlar ve sosyolojik yapıda ciddi tahribatlar bırakabilecek bu riskler, diğer tüm risk kategorilerinden çok daha fazla ciddiye alınmalıdır.
Önlemler
Meydana geldiği anda bölgesel etki yaratan katastrofik tehlikelerin tespitine, modellemesine ve olası zararların azaltılmasına yönelik reel çözüm önerileri sunulmalıdır. Bulunduğu coğrafyanın iklim özellikleri ve hasar istatistiklerinin ortaya koyduğu doğal afet döngüsünün bilincinde olmanın verdiği avantaj ile yıllık ön görülerde bulunarak reaktif tedbirlerin alınması konusunda ulusal yaklaşımlar sergilenmelidir.
Geçmiş yıllarda Türkiye’ de ve dünyada yaşanan doğal felaketler nedeniyle gelecekte de “Katastrofik hasar yılları” devam edecektir. Geniş hasar tecrübelerimize istinaden büyük şehirlerin ve sigorta sektörünün henüz katastrofik hasarlar için hazırlıklı olmadığı anlaşılmıştır.
Katastrofik hadiseler, gizli ayıbın ortaya çıkması ve daha fark edilir olmasına neden olmaktadır. Bölgede etkili olan bir tabii afet durumunda inşa edilmiş tüm yapılarda aynı oranda hasarın olmaması, hasar spektrumunun değişkenlik göstermesi bunun kanıtıdır. Bu tip durumlarda oluşan hasarlar incelenirken akıllara aşağıdaki sorular gelmektedir,
- Gerçekleşen katastrofik hadise sonrasında oluşan hasarların ne kadarı gerçek hasar…?
- Oluşan hasarlarda gizli ayıp var mı ? zarar boyutuna olan etkisi nedir…?
- Yapılarda gizli ayıp bulunmaması durumunda hasar boyutu ne kadar düşecekti…?
- Kıyaslamalı örneklerdeki farklılıklar nasıl açıklanabilir? Aynı olayda hasar görmeyen diğerleri için ne denilebilir?
- Risk tam olarak nedir? ön görülebilir mi ? v.b…
GİZLİ AYIP
AYIP KAVRAMI ve TÜRLERİ
Ayıp, sözleşme konusu şeyin uygun surette kullanılmasını önemli ölçüde güçleştiren veya ortadan kaldıran ya da kullanım değerini azaltan eksiklikler; başka bir deyişle sözleşme konusu şeyde mevcut olduğuna güvenilen, maddi, hukuki ve ekonomik niteliğin eksikliği olarak tanımlanmaktadır.
Sigortacılık sektöründe ayıp kavramı Açık ve Gizli ayıp olarak incelenebilir, bunlar;
Açık ve Gizli Ayıplar: Açık ayıplar ilk bakışta olağan bir inceleme ile anlaşılabilen ayıplardır. Buna karşılık ilk bakışta görünmeyen ancak daha sonra bir olaya bağlı ortaya çıkan / anlaşılan ayıplar ise gizli ayıp niteliğindedir. Gizli ayıplar, uzun bir süre zarfında dahi meydana çıkmayabileceğinden, hukuki menfaatin kapsamlı olarak korunmasını gerektirirler (Eser Sorumluluğu). Yargıtay kararları uyarınca ayrım, ayıbın malın teslimi anında açıkça görülebilecek bir özellikte olup olmadığına göre yapılmaktadır.
Gizli Ayıbın Ortaya Çıkışı ve Sigorta Sektöründeki Yeri
Ülkemizde son yıllarda büyük yatırım desteği ve gelişme sağlayan inşaat sektöründe yapılan imalatların kontrol mekanizması tarafından yeterli kontrolünün yapılmaması, tasarım kriterlerinin güncel olmaması, yeterli ve yetkin kişilerce inşai faaliyetlerin yapılmaması nedeniyle gizli ayıp kavramı önem kazanmıştır.
Burada bahsedilen gizli ayıptan kasıt, yüklenici / müteahhit tarafından inşa edilen bir yapının dış görünüşünden kusurunun fark edilememesi ancak hasar / hadise gerçekleştikten sonra gizli ayıbın ortaya çıkmasıdır.
Örneğin; Projeci tarafından projesi hazırlanarak yetkili mercilerde onay / tasdik edilmiş, yüklenici tarafından yapı denetim mekanizması dâhilinde inşa edilmiş bir konutun çevre duvarı için fiziki görünümde herhangi bir kusur bulunmazken; söz konusu çevre duvarının bölgede etkili olan sel v.b riskler sonucunda yıkılmasıyla temel derinliğinin ilgili şartnamede belirtilen minimum derinlik değerinden düşük olduğunun fark edilmesi ve/veya temel donatı miktarının ilgili standartlarda belirtilen minimum donatı oranından düşük olduğunun fark edilmesi; hadise öncesi fark edilemeyen ancak hadise sonrasında ortaya çıkan “GİZLİ AYIP” kavramına örnek teşkil etmektedir.
Son dönemde tarafımızca incelenen hasar dosyalarında da sıkça karşımıza çıkan gizli ayıp kavramı ile ilgili sigortacılık sektörünün ivedilikle önlem alması gerekmektedir. Her incelediğimiz hasar içinde gerçek hasara sahip dosya frekansı çok çok düşüktür. Bir birinden farklı birçok sektörde ve alanda aynı durum geçerlidir. İnşaat, makine, medikal ve imalat sektörü yanı sıra hizmet sektöründe dahi yoğun olarak yaşanmaktadır. Gerçekleşen hasarlarda ilk inceleme ile sınırlı yüzeysel tespitler ile sonuca gitmek çok büyük bit hata olacaktır. Kök sebep tam olarak tartışmasız ortaya konulmadan yapılan her inceleme sürecin daha başında iken konuyu kapatmak demektir. Kök sebep analizi yolculuğunda karşılaşılacak ilk husus Kusur ve Rücu olacaktır. Bu yolculuk için mutlak gereken en önemli aşama uzman çalışmalarıdır. Her inceleme konusunda alanında uzman kişiler – bilirkişiler kendi iş birliği ve faaliyet alanı içinde beraber çalışılan kişiler değil ise mutlak başta akademisyenler olmak üzere uzmanlarla iş birliği yapılması kaçınılmazdır. Bu yöntemler ile yaptığımız inceleme ve tespitlerde, poliçe ile teminat sağlanan bir riske bağlı gerçekleşen hasarların tamamının gerçek hasar olup olmadığı anlaşılmaktadır. Gerçekleştirilen süreç yönetimi çerçevesinde karşılaştığımız majör sorunlardan biri olan bülten konumuz akıllara aşağıdaki soruları getirmektedir;
- Türkiye’de yapılan inşaatların % kaçında gizli ayıp bulunmaktadır…?
- Gerçek risk ve gizli ayıp potansiyeli nedir…?
- Risk analizi ve fizibilite çalışmaları yapılmadan poliçeleşen projelerde ki kusur ve sorumluluk kime aittir…?
- Sigorta firmaları gizli ayıp / kusur içeren hasarların tamamını karşılayabilecek rezerve sahip midir…?
- Sigorta şirketleri yüklenici firmaların gizli ayıplarını mı fonluyor…?
- Sigorta ettirenin gizli ayıp karşısındaki sorumluluğu nedir…?
- Sigorta ettirenin hak ve menfaatleri nedir…?
Diğer Avrupa ülkelerinde, başta Fransa olmak üzere Gizli Ayıp kavramına karşılık yüklenici / müteahhit sorumluluğu ve poliçesi düzenlenmektedir. Bu gibi durumlarda ortaya çıkan gizli ayıbın sorumluluğu yüklenici / müteahhit sorumluluğunda olacağı açıktır. Maalesef ülkemizde henüz bu konu üzerinde somut bir çalışma gerçekleştirilmemiş olup, gizli ayıbın, hadise / hasar sonrası ortaya çıkmasıyla sorumluluğun yüklenici / müteahhit firma tarafında olacağı tespiti yapılmamaktadır. Ülkemizde henüz bu konu hakkında bir çalışma bulunmadığından olay taraflar arasında yasal süreçler ile mahkemelere taşınmaktadır.
Konu hakkında Yargıtay’ın emsal bir hadisede 2011/9095 E. Ve 2011/11875 K. Ve 11/10/2011 tarih sayılı kararında;
“Eser sözleşmelerinde zaman aşımı; yüklenicinin kasıt veya ağır kusuruyla akti hiç veya gereği gibi yerine getirmemiş, bilhassa ayıplı malzeme kullanmış veya ayıplı bir iş meydana getirmiş olması sebebiyle açılacak davalar hariç olmak üzere bütün davalarda 5 yıl, Borçlar Kanununun 126/4. Maddesine dayanılarak açılan davalarda ise 10 yıldır” ifadeleri yer almaktadır.
Aynı kararın sonuç kısmında “Taraflar arasındaki sözleşmede yüklenicinin 1 yıl süreyle sorumlu tutulacağının yazılması, uygulamadaki değimiyle yüklenicinin meydana getirdiği esere 1 yıl garanti vermiş olması demektir. Bu süre içinde meydana çıkacak ayıplar için ayrıca ayıp ihbarı gerekmez. Fakat sözleşmeye bir sürenin yazılmış olması, kanunun öngördüğü zaman aşımı süresinde açılan davanın dinlenmesine engel teşkil etmez.” İfadeleri yer almaktadır.
Yukarıda karar ve açıklamaları verilen Yargıtay esas kararında da görüleceği üzere gizli ayıp durumunda sigorta şirketinin menfaatine olacak şekilde müteahhit sorumluluğunun devam ettiğine hükmedilmiştir.
Yargıtay örnek kararından da anlaşılacağı üzere, gizli ayıbın müteahhit sorumluluğunda olacağı açıktır. Bu sebeple ülkemizde son yıllarda büyük yatırım desteği ve gelişme sağlayan inşaat sektöründe; müteahhit sorumluluğu, eser sorumluluğu gibi kavramların sektörel bazda kabul görmesi ve bu hususların yasa ve kanunlarla güvence altına alınması gereklidir.
Ayrıca; her kıymet için gizli ve ayıplı tanımına karşılık Yargıtayın farklı kararları vardır. Sınırlı zaman ile sorumluluk yüklediği durumlar olduğu gibi gizli ayıp karşısında hiçbir süre ile kısıt getirmediği kararlar da bulunmaktadır.
KATASTROFİK RİSK YÖNETİMİNDE SİGORTA SEKTÖRÜ
Sigorta sektörünün evrensel olarak taraflarına sağladığı katkı sadece sigorta teminatı sağlamak değildir. Asıl etkin olduğu husus; elde ettiği yıllara sarih ve küresel kesin bilgileri güncelleyerek aktif olduğu alanda ve yerde müşterisi olan SİGORTALILARA bedelini ödeyerek satın alamayacağı bilgi ve tecrübeyi sunmasıdır. Tüm bilim dallarını kullanarak elde edilen bilgiler öncelikle Risk Analizi ve Risk yönetim sürecinde paylaşılır iken aynı bilgi ve tecrübe hasar anında çok daha etkin kullanılmaktadır. Global ölçekte veri madenciliği yapan Reasürans şirketleri tarafından oluşturulan Katastrofik Risk Değerlendirme ve Yönetim portalları bunun en güzel örnekleridir. Dünyanın en büyük Reasürans Şirketi olan SwissRe firmasının koordinatörlüğünde oluşturulan CatNet programından elde edilebilecek katastrofik bilgiler yerel olanakların oldukça ötesindedir. Dünya genelinde faaliyet gösteren Risk Mühendisleri ve Underwriterlar bu bilgilerden yararlanarak poliçe tasarımlarını ve prim hesaplarını gerçekleştirmektedir. Diğer taraftan kamu otoritelerine de ışık tutan bu portallar ile detaylı Katastrofi Modellemeleri yapılabilmektedir.
SwissRe, CatNet programından alınan veriler ile durumu örnekleyerek iklim değişikliği hakkında değerlendirme yapmak gerekirse;
- 2035 yılı dünya genelinde ön görülen sıcaklık artışı modellemesi;
- 2035 yılı dünya genelinde ön görülen yaz ayı için yağış durumunun yüzdesel değişimi modellemesi;
- 2100 yılı dünya genelinde ön görülen deniz seviyesindeki yükselme miktarı;
*Bu bilgiler hiçbir ticari amaç ile kullanılamaz.
Yukarıdaki ön görüler dışında bölgesel verilerin de farklı birçok parametre ile çok daha detaylı olarak verildiği ve yapay zeka uygulamaları ile global ölçekte etkileşimleri de gözeterek yapıldığı yoruma kapalı, objektif risk değerlendirmelerinin mevcudiyeti, Katastrofik Riski Yönetim modellemelerinin hazırlanması, yorumlanması ve buna göre Afet Planlarının gözden geçirilmesi açısından her ülke için hayati önem arz edecektir. Ancak ve ancak global ölçekte veriye sahip sigorta sektörünün paylaşabileceği bu bilgi ve tecrübe çok daha etkin kullanılmak durumundadır.
Ülkemiz sigorta sektöründe penetrasyon oranı dünya ortalamasının en az 4 ‘ te 1 ‘ i seviyesinde ise ve ülkemiz katastrofik risk haritalarına göre başta Deprem olmak üzere bülten içerisinde bahsedilen diğer katastrofik risklere oldukça açık ise Katastrofik Risk Regülasyonu sürecinin mutlak suretle Sigorta Sektörü’ nün bilgi ve tecrübesinden faydalanılarak yapılması (mevcut sigortalılık oranına göre yeniden yapılandırılabilir durumda olması sebebiyle) en akılcı yol olacaktır.
Bu koşullarda ise “ ihtiyaç duyulduğunda satın alınamayacak tek şeyin” sigorta poliçesi olduğunu tüketici açısından hatırlatmak gerek. Sigorta sektörünün sunduğu hizmetler doğru ve eksiksiz uygulanıyor ise satın alınmış olsa da poliçe kullanımı gerekmeyebilecektir. Doğru yönetilen riskler için gereklilikler sağlanıyor ise hasar ile karşılaşma frekansı da azalacaktır. Sonuç olarak; sigorta sektöründen satın alınacak ürün öncesi ve esnasında ilk sunulan hizmet yukarıda açıklanan önemli bilgi ve tecrübe ile başlamaktadır.
SONUÇ ve GENEL DEĞERLENDİRME
İklim değişikliği, çarpık yapılaşma, hatalı drenaj tasarımları vb. hususlar nedeniyle şehir selleri kavramını çok daha sık duyacağımız kesindir. Bu kavram hali hazırda sigorta sektöründe ciddi gündem oluşturmaktadır. Şehir selleri, mevsim gözetmeksizin her an ve engellenemez biçimde etkinliğini artırmakta ve yoğunlaşmaktadır. Mevsim ve mevcut koşullar itibariyle eriyen kar sularının da yakın zamanda birçok şehir seli hadisesine sebep olacağı kesindir. Beklenen hadiselerin hasara neden olması ancak ve ancak başta belediyeler olmak üzere diğer kurum ve kuruluşların uzmanlar ile birlikte yapacağı değerlendirme, geliştirme ve planlama ile mümkün olabilir. Eriyen kar kütlelerinin şehir sellerine etkisi incelenmeden önce ciddi bir tehlike unsuru olan Kar Yükü konusunun da özenle değerlendirilmesi gerekmektedir. Sektörde faaliyet gösteren uzmanlarca bilindiği gibi TS 498 ile kar yükü standartları belirlenmiştir. Ancak değişen küresel iklim koşulları sonucu kar yağışı rejiminde de meydana gelen değişiklikler sebebiyle Türkiye Kar Haritası ve ilgili standartlar da geçerliliğini yitirmiş olup değişmeleri zorunluluk haline gelmiştir. Şehir sellerinde olduğu gibi, değişen kar yağış rejimlerinin heyelan tehlikesine etkileri de göz ardı edilmemelidir. Bu doğrultuda, şehir sellerine sebep olan yoğun yağış gibi doğal unsurların engellenemeyeceği göz önünde bulundurularak, bu sellerin birer felakete dönüşmesini engelleyecek şekilde yönetilmeleri gerekliliği hususu gündeme gelmektedir. Konunun yalnızca mühendislik açısından değil, mekansal, ekolojik, politik ve sosyo-ekonomik açılardan irdelenmesi gerekmekte olup, uzmanlar ve uygulayıcılar arasında işbirliği sağlanarak tüm bu hususlar şehir planlama, su ve sel yönetim sürecine dahil edilmelidir. Başarılı bir risk yönetiminin, yapısal ya da yapısal olmayan, mekânsal ya da organizasyonel önlemlerden oluşan tedbirlerin birleştirilmesi ile sağlanabileceği unutulmamalıdır. Ayrıca risk analizlerindeki uygulama yöntem ve içerikleri artık güncellenmesinin gerekli olup olmadığı ivedilikle sorgulanmalıdır. Mevcut durum itibariyle bültenimizde detaylı olarak incelenen tasarım ilkeleri, değişen iklim koşulları, değişen yönetmeliklerin tüm yapılarda revizyon / güçlendirmeye gidilerek uygulanması gerekmektedir. Hali hazırda ülkemizde bulunan yapıların büyük bir kısmı mevcut deprem yönetmeliğine göre güvenli bölgede değildir.
Ayrıca tasarım standartlarının güncelliğini yitirmiş olması da oluşan riske bağlı gerçekleşen hasarların doğruluğu ve gerçekçiliğinin sorgulanmasına yol açmaktadır. Aşırı yağışlar; başta şehir selleri olmak üzere yarattığı risklerle, hasarlar ile yerel yönetim hizmetlerinin yol açtığı riskler ve hasarların ilgili mevzuatlar kapsamında ayrı ayrı incelenmesinin yanı sıra değerlendirilmesi gereklidir. Mutlak etkileyici ve farklı sonuçları olacağı kesin olan önemli bir konudur.
Doğal afet mi ? Cehalet mi ? …
“Biz uygarlıktan, bilim ve teknikten güç alırız.” Mustafa Kemal ATATÜRK
KAYNAKÇA:
- ASCE 07-10 (2010). Minimum Design Loads for Buildings and Other Structures, American Society of Civil Engineers, Reston, VA.
- Demir, A. (2012). “Geniş açıklıklı ve makas çelik kirişli bir alışveriş merkezi yapısının ilgili Türk standartları ile Avrupa standartları uyarınca ayrı ayrı boyutlandırılıp karşılaştırılması”, Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitisü, İstanbul.
- CSI (2010). CSI Analysis Reference Manual for SAP2000, ETABS and SAFE, Computer and Structures Inc., Berkeley, CA.
- EN 1991-1-3 (2003). Eurocode 1 – Actions on structures – Part 1-3: General actions Snow loads, Avrupa Standartları Komitesi (CEN)
- Faraji, H. P.(2011). Design of Standard Type Buildings Using NBCC/IBC
- Irwin, P. A. (2010). Wind and snow loads –an international perspective
- O’ Rourke, M. (2010). Guide to the Snow Load Provisions of ASCE 07-10
- Piroğlu, F. , Özakgül, K. (2013). Çelik uzay çatılarda yağmur suyu birikmesinin incelenmesi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitisü, İstanbul.
- TS-498 (1997). Yapı Elemanlarının Boyutlandırmasında Alınacak Yüklerin Hesap Değerleri, Türk Standartları Enstitüsü, Ankara.
- Haberdar, Ahmet Erdem (2015). “ASCE 7-10, EUROCODE 1-4 VE TS 498 YÖNETMELİKLERİ KULLANILARAK YAPILARA ETKİ EDEN RÜZGAR YÜKLERİNİN KARŞILAŞTIRILMASI” Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitisü, İstanbul.
- Özlek, Cem (2015). “Asce 7-10, Eurocode 1-4 ve Ts 498 Yönetmelikleri Kullanılarak Yapılara Etki Eden Rüzgâr Yüklerinin Karşılaştırılması” Yüksek Lisans Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitisü, İstanbul.
- DBYBHY(2007). Deprem bölgelerinde yapılacak binalar hakkında yönetmelik,Bayındırlık ve İskan Bakanlığı, Ankara.
- Topçu Ahmet (2006). “Kar Yükü ve Çöken Çatılar”
- Kadıoğlu, M. (2012) Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi. Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi Yayını, 172 sf.
- Kundak, S. (2014) İSMEP REHBER KİTAPLAR, Kentsel Risklerin Azaltılması, 61 sf.
- AKIN, Galip (2006) Küresel Isınma, Nedenleri ve Sonuçları, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Dergisi 46,2 (2006) 29-43
- Alyamaç, K.E & Erdoğan, A.S (2005). “Geçmişten Günümüze Afet Yönetmelikleri ve Uygulamada Karşılaşılan Tasarım Hataları”, Deprem Sempozyumu Kocaeli, 707-715.
- CatNet, SwissRe
- https://www.afad.gov.tr/tr/24212/Turkiye-Deprem-Bolgeleri-Haritasi.
- http://www.koeri.boun.edu.tr/sismo/2/deprem-bilgileri/buyuk-depremler
- https://www.elmasozdemir.av.tr/hizmet-ayip-kavrami-ve-tUrlerI-77.html
- http://bertankaya.net/2016/07/katastrofik-riskler-artci-stratejik-riskler-ve-yonetimi/